

Bir varmış bir yokmuş, çok güzel ve bereketli bir kasabada minik Yusuf adında neşeli bir çocuk yaşarmış. Yusuf, sabahları kuş sesleriyle uyanır, pencerenin önündeki çiçeklere el sallayarak günaydın dermiş. Ailesi, ona İslam’ın güzelliklerini, iyilik yapmanın, paylaşmanın ve sevginin önemini anlatarak büyütürmüş. Her akşamı, aile sofralarında bir araya gelir, İslam’ın güzel değerleri üzerine konuşur, bir gün oruç tutmanın ne kadar değerli olduğunu öğrenirdi. Yusuf için okul, oyun parkı ve evde geçirdiği zaman hepsi ayrı bir macera demekmiş ama en çok Ramazan ayına, oruç tutmanın özel ve anlamlı olduğu zamana bayılırmış.
Ramazan ayı geldiğinde kasabada adeta bir sevinç havası esermiş. Mahalledeki herkes, birbirine yardım eder, ihtiyacı olanlara destek olurmuş. Yusuf, annesi ve babası ile birlikte iftara kadar sabırla bekler, şefkat ve paylaşma duygusunun ne kadar güzel olduğunu öğrenirmiş. Bir gün, okul çıkışında arkadaşlarıyla birlikte oynarken, Yusuf annesinin yanından hafif bir ses duymuş: “Yusuf, bugün senin ilk oruç günün, hadi gel biraz dinlenelim.” Annesi, Yusuf’un küçük kalbine orucun güzelliğini anlatacak tatlı hikayeler hazırlamıştı. O gün Yusuf, oruç tutmanın sadece karnını doyurmak değil, kalbini de doyurmak olduğunu, sabrın ve paylaşmanın en güzel ibadetlerden biri olduğunu anlamış.

O gün okulda öğretmeni, orucun ne kadar değerli olduğunu ve insanların nasıl birbirine yardım ettiğini anlatan bir resim sergilemişti. Yusuf, resimdeki çocukların birbirlerine yemek paylaştığını görünce çok etkilenmiş ve kalbindeki sevgi daha da büyümüş. O sırada en yakın arkadaşı Ela da yanına gelip, “Yusuf, senin oruç tutman beni çok mutlu etti. Çünkü sen oruç tutarken hem kendini hem de kalbini temizliyorsun,” demiş. Yusuf, Ela’nın sözleriyle çok sevinmiş, orucun sadece aç kalmak olmadığını, aynı zamanda insanlara daha çok sevgi göstermek ve yardımlaşmak olduğunu öğrenmiş.
Eve döndüğünde, Yusuf’un babası ona, “Oruç tutmak, sabrını ve şefkatini artırır. İslam’da her işin bir güzelliği vardır. Oruç, kalbimizi temizler, bize affetmeyi, paylaşmayı öğretir ve en önemlisi Allah’a yakınlaşmamızı sağlar,” demiş. Babasının sözleri Yusuf’un kalbine işlemiş, akşam iftarını beklerken annesi de ona, “Oruç tutmak aynı zamanda ne kadar şükretmeyi öğrenmemizi sağlar. Yemek yediğimizde, su içtiğimizde, sevdiklerimizle vakit geçirdiğimizde Allah’ın bize verdiği nimetleri düşünmeyi unutmamalıyız,” diye eklemiş. Bu sözler, Yusuf’un gözlerinden parlayan merak ve sevgiyle dinlediği dersler olmuş.

Ramazan boyunca Yusuf, büyük bir dikkatle oruç tutmuş, sabrını her gün biraz daha güçlendirmiş. Bir sabah, oruç saatinden önce annesiyle birlikte sıcak çorba hazırlarken, annesi ona, “Bak Yusuf, bu çorba tıpkı orucun sırrı gibi. İçinde sevgiyi, şefkati, ve paylaşmayı barındırır. Hepimiz birer parça olduğumuz bu güzel bütünün anlamını bilmeliyiz,” demiş. Yusuf o an, annesinin sözlerinde mistik bir anlam keşfetmiş oruç tutmanın, tıpkı güzel bir çorba gibi, içimizi ısıtan, bizi birbirimize bağlayan bir güç olduğunu hissetmiş.

Günler ilerledikçe, Yusuf sadece oruç tutmanın sorumluluğunu değil, aynı zamanda komşuları ve ihtiyaç sahibi insanlarla yardımlaşmanın önemini de öğrenmeye başlamış. Mahallede bulunan yaşlı komşuları, Yusuf ve ailesi tarafından iftar sofralarına davet edilir, onlarla birlikte sohbet edilir ve birlikte dua edilirdi. Yusuf, yaşlı komşusunun yüzünde beliren tebessümle, paylaşmanın ne kadar değerli olduğunu ilk elden görmüştü. Kendisi de iftara davet edilen bu komşular gibi, bir gün büyüdüğünde, onlara yardım ederek İslam’ın güzelliklerini yaşatmayı çok istemiş.

Bir gün, oruç tutarken biraz zorlandığını hisseden Yusuf, dedesiyle birlikte bahçede otururken, dede ona nazikçe konuşmuş: “Sevgili torunum, oruç tutmak sabır gerektirir. Ama unutma ki, sabrın sonunda mutluluk vardır. Bu kısacık açlık anları, ruhumuzu besler bizi daha güçlü, daha şefkatli yapar. İslam, insanlara sabrı, sevgiyi ve yardımlaşmayı öğretir. Allah, her zaman kalbimizi temizlemek için bize bu imkanı verir.” Dedesi bu sözlerle Yusuf’un içindeki karamsarlığı giderip, yeniden oruca olan inancını tazelemiş. Yusuf, dedesinin sıcak sözleriyle yeniden cesaret bulmuş, oruç tutmanın aslında ne kadar değerli ve bir o kadar da güzellikler barındıran bir ibadet olduğunu anlamış.

Ramazan ayının sonunda, mahallede büyük bir bayram sevinci yaşanıyormuş. Yusuf ve ailesi, büyük bir mutluluk içinde bayram sabahı evden dışarı çıkarken, mahalledeki her yüz gülücükle parıldıyormuş. O gün Yusuf, orucun kendisine kattığı sabrı, sevgiyi ve paylaşımı kalbinde taşımanın yanı sıra, etrafındaki herkese bu güzel duyguları yaymaya kararlıymış. Oruç tutmayı öğrenen Yusuf, artık küçük bir kahraman gibi hissediyormuş çünkü o, İslam’ın güzelliklerini, sevginin ve paylaşımın önemini tüm kalbiyle benimsemişti.

Bayram sabahı, mahalledeki herkes bir araya gelip şenlikler düzenlemiş, çocuklar oyunlar oynamış, yaşlılar güzel sohbetlere dalmış. Yusuf, iftar sofralarından öğrendiği sevgiyi, şefkati ve yardımlaşmayı bu mutluluk gününde de paylaşmış komşularına, arkadaşlarına ve hatta tanımadığı insanlara gülücükler dağıtıp, İslam’ın güzelliğini anlatmıştı. O gün, kasabanın sokakları adeta sevgi ve mutlulukla dolup taşmış, herkes birbirine sarılarak, “Ne güzel bir aileyiz, ne güzel bir toplumuz!” diyormuş.

Yusuf, o gün anladı ki, oruç tutmak sadece karnını doyurmakla ilgili değilmiş asıl önemli olan, kalbine işleyen sabır, sevgi ve yardımlaşma duygusuydu. Herkes gibi onun da hayatında bir dönüm noktası olmuştu Ramazan çünkü o, bu ay boyunca öğrendiği güzel davranışları, etrafındakilere de aktararak, İslam’ın barış, hoşgörü ve sevgiyi en güzel şekilde yaşatan bir din olduğunu bütün kalbiyle hissetmişti. Ve böylece, Yusuf’un etrafındaki insanlar da birbirine daha çok sarılır, yardımlaşır, dertleri paylaşır olmuş.

Kasabanın rüzgarları, çocukların neşesi, yaşlıların bilgeliği ve gençlerin umudu bir araya gelip, İslam’ın güzelliklerini anlatır, orucun ne kadar anlamlı olduğunu herkese fısıldarmış. Yusuf, artık büyüyünce de bu güzel değerleri unutmamak için söz vermiş hem kendisi hem de çevresi için daha iyi bir dünya inşa etmek, sevgi ve paylaşımın tohumlarını her daim yeşertmek istemişti.

İşte böyle güzel bir hikayeyle, Yusuf’un oruç tutmanın önemi ve İslam’ın güzelliklerini keşfetme serüveni mutlu, neşeli ve sevgi dolu bir şekilde son bulmuş. Kasabadaki herkes, birbirine olan sevgisini paylaştığı bu özel ayın ardından, kalplerinde yeni umutlar ve mutluluklar yeşerterek yaşamaya devam etmiş. Ve herkes, hem ufak yaşta hem de büyüdükçe, orucun ve İslam’ın güzelliklerinin hayatlarına kattığı o sihirli değeri hiç unutmamış. Böylece, küçük Yusuf’un hikayesi, sevgi, sabır ve paylaşmanın gücüyle, her zaman mutlu sonla biten bir masal olarak dilden dile dolaşmış.
Arkadaşlarınla Paylaş