Bir zamanlar, yemyeşil ormanların ve masmavi göllerin arasında, Yedi Tepeler Krallığı adında büyülü bir ülke varmış. Bu krallığın kalbinde, gökkuşağı renkli çiçeklerle bezenmiş bahçeleri olan muhteşem bir saray yükselirmiş. Sarayda Kral Murat, Kraliçe Zeynep ve küçük kızları Prenses Elif yaşarmış.
Prenses Elif, parlak kahverengi gözleri ve kestane rengi saçlarıyla çok sevimli bir kızmış. Ama Elif'in en güzel yanı, kocaman kalbi ve sonsuz merakıymış. Sarayın içinde oturup prenses olmayı öğrenmektense, bahçelerde dolaşmayı, çiçeklerle konuşmayı ve hayvanlara arkadaşlık etmeyi çok severmiş.
Elif'in en yakın arkadaşı, konuşabilen ve uçabilen minik bir kelebek olan Renkli'ymiş. Renkli, kanatları üzerinde gökkuşağının tüm renklerini taşıyan sihirli bir kelebekmiş. Elif ve Renkli her gün sarayın bahçesinde maceralar yaşar, yeni çiçekler keşfeder ve kuşlarla sohbet ederlermiş.
Bir gün, Kral Murat ve Kraliçe Zeynep, Elif'i yanlarına çağırmışlar. Kral endişeli bir ses tonuyla konuşmaya başlamış: "Sevgili kızım, krallığımız büyük bir sorunla karşı karşıya. Son zamanlarda topraklarımız kurumaya, çiçeklerimiz solmaya başladı. Bunun nedenini bilmiyoruz ve çok endişeliyiz."
Kraliçe Zeynep de üzgün bir şekilde eklemiş: "Evet canım, eğer bir çözüm bulamazsak, tüm krallığımız çöle dönüşebilir. Bütün canlılar bundan etkilenecek."
Elif bu haberi duyunca çok üzülmüş. Hemen Renkli'yi bulup durumu anlatmış. "Renkli, krallığımız tehlikede! Ne yapabiliriz?"
Renkli, kanatlarını heyecanla çırpmış. "Elif, hatırlıyor musun, geçen hafta bahçenin en ücra köşesinde bulduğumuz o eski kitabı? Orada, Yaşam Ağacı adında sihirli bir ağaçtan bahsediliyordu. Bu ağacın yaprakları tüm doğayı canlandırabilirmiş!"
Elif'in gözleri parlamış. "Evet, hatırlıyorum! Kitapta, bu ağacın Yedi Tepeler'in en yüksek zirvesinde olduğu yazıyordu. Ama oraya ulaşmak çok zormuş."
Elif hemen anne ve babasına koşmuş ve Yaşam Ağacı'ndan bahsetmiş. Kral ve Kraliçe önce endişelenmişler. "Ama canım kızım, bu çok tehlikeli bir yolculuk olur. Sen daha çok küçüksün," demiş Kraliçe Zeynep.
Ama Elif kararlıymış. "Anne, baba, ben bir prensesim ve krallığımızı kurtarmak benim görevim. Lütfen bana güvenin. Renkli ve bahçıvanımız bilge Ahmet Dede ile birlikte gideceğim. Söz veriyorum dikkatli olacağım."
Kral ve Kraliçe, kızlarının gözlerindeki kararlılığı görünce, sonunda izin vermişler. Ertesi sabah erkenden, Elif, Renkli ve Ahmet Dede yola çıkmışlar. Yanlarına bol miktarda yiyecek, su ve sıcak giysiler almışlar.
Yolculukları zorlu geçmiş. Önce sık ormanlardan geçmişler. Elif, ağaçların yapraklarının nasıl sarardığını, çiçeklerin nasıl solduğunu üzüntüyle görmüş. "Dayanın sevgili dostlarım," diye fısıldamış bitkilere, "Size yardım etmeye gidiyoruz."
Ormanı geçtikten sonra dik yamaçları tırmanmaya başlamışlar. Renkli, yorulduğunda Elif'in omzuna konuyor, Ahmet Dede de onlara ilginç hikayeler anlatarak morallerini yüksek tutuyormuş.
Üçüncü gün, karla kaplı zirveye yaklaşmışlar. Hava çok soğukmuş ve şiddetli bir rüzgar esiyormuş. Elif üşümüş ve yorulmuş, ama pes etmemiş. "Biraz daha," diye cesaret vermiş arkadaşlarına, "Neredeyse vardık!"
Tam o sırada, karların arasında parlayan altın renkli bir yaprak görmüşler. Elif heyecanla koşmuş ve karları eşelemeye başlamış. Karların altından, altın yapraklı, gümüş gövdeli muhteşem bir ağaç çıkmış: Yaşam Ağacı!
Ağacın yanına vardıklarında, onları büyülü bir ses karşılamış: "Hoş geldiniz cesur yolcular. Ben Yaşam Ağacı'yım. Uzun zamandır beni bulan olmamıştı."
Elif saygıyla eğilmiş. "Merhaba Yaşam Ağacı. Ben Prenses Elif, bu Renkli ve bu da Ahmet Dede. Krallığımız büyük bir tehlike içinde. Lütfen bize yardım eder misiniz?"
Yaşam Ağacı yapraklarını hışırdatarak gülümsemiş. "Sevgili Prenses, buraya kadar gelmeniz büyük bir cesaret ve fedakarlık örneği. Ancak, yapraklarımı size verebilmem için önce üç görevi tamamlamanız gerekiyor."
Elif heyecanla başını sallamış. "Nedir bu görevler? Elimizden geleni yapacağız!"
Yaşam Ağacı anlatmaya başlamış: "İlk göreviniz, şu karların altında donmak üzere olan bir kardelen çiçeğini bulup kurtarmak. İkinci göreviniz, şu kayalıkların arasında yuvasını kaybetmiş yavru bir kartala yardım etmek. Son göreviniz ise, birbirinize olan güveninizi ve dostluğunuzu göstermek."
Elif, Renkli ve Ahmet Dede hemen işe koyulmuşlar. Karları dikkatle eşeleyerek minik kardeleni bulmuşlar. Elif onu nazikçe ellerine alıp sıcak nefesiyle ısıtmış, Ahmet Dede de cebinden çıkardığı özel bir iksirle onu sulamış. Çiçek kısa sürede canlanmış.
Sonra kayalıklara tırmanıp yavru kartalı bulmuşlar. Renkli, kanatlarını çırparak kartalın dikkatini çekmiş, Elif ve Ahmet Dede de onu nazikçe yakalayıp güvenli bir yere götürmüşler. Yavru kartal minnetle onlara bakmış.
Son görev için ne yapacaklarını düşünürken, Elif bir fikir bulmuş. "Arkadaşlar, gelin el ele tutuşalım ve gözlerimizi kapatalım. Sonra sırayla birbirimize olan güvenimizi ve dostluğumuzu anlatan bir şey söyleyelim."
Üçü de gözlerini kapatıp el ele tutuşmuşlar. Elif başlamış: "Renkli, sen benim en iyi arkadaşımsın. Senin zekana ve cesaretine çok güveniyorum." Renkli devam etmiş: "Ahmet Dede, sizin bilgeliğiniz ve şefkatiniz bize hep yol gösteriyor." Ahmet Dede de şöyle demiş: "Sevgili Prenses Elif, senin temiz kalbin ve kararlılığın bizi buraya kadar getirdi. Seninle gurur duyuyorum."
Gözlerini açtıklarında, etraflarını saran altın bir ışıkla karşılaşmışlar. Yaşam Ağacı sevinçle yapraklarını sallamış. "Tebrikler! Tüm görevleri başarıyla tamamladınız. Şimdi size yapraklarımdan vereceğim. Ama unutmayın, bu yaprakların gücü sizin iyi kalpliliğiniz ve birbirinize olan sevginizle artacak."
Yaşam Ağacı, dallarından üç altın yaprak koparmış ve Elif'e uzatmış. Elif yaprakları dikkatle almış ve arkadaşlarına dönmüş. "Hadi, krallığımızı kurtarmaya gidiyoruz!"
Dönüş yolculukları çok daha kolay geçmiş. Sanki doğa onlara yardım ediyormuş gibi, rüzgar arkalarından esmiş, kuşlar onlara yol göstermiş. Krallığa vardıklarında, halk onları büyük bir coşkuyla karşılamış.
Elif, Renkli ve Ahmet Dede, sarayın bahçesine gitmişler. Elif, altın yaprakları havaya atmış ve bir dilek tutmuş: "Sevgili Yaşam Ağacı, lütfen krallığımızı yeniden canlandır!"
Bir anda, altın yapraklar rüzgarda dans etmeye başlamış. Gökyüzünde parlak bir ışık belirmiş ve tüm krallığın üzerine altın bir yağmur yağmış. Bu yağmurla birlikte, kurumuş topraklar yeşermeye, solmuş çiçekler açmaya başlamış. Ağaçlar yeniden yapraklanmış, dereler coşkuyla akmaya başlamış.
Kral Murat ve Kraliçe Zeynep, kızlarına sarılmışlar. "Canım kızım, sen sadece krallığımızı kurtarmadın, aynı zamanda gerçek bir lider olduğunu da gösterdin," demiş Kral gururla.
O günden sonra, Yedi Tepeler Krallığı her zamankinden daha güzel ve bereketli olmuş. Elif, büyüdükçe krallığı için çalışmaya devam etmiş. Her gün bahçeye çıkıp bitkilerle konuşuyor, hayvanlarla arkadaşlık ediyor ve insanlara doğayı korumayı öğretiyormuş.
Yıllar sonra Elif kraliçe olduğunda, krallık onun döneminde büyük bir barış ve refah yaşamış. İnsanlar onu sadece güzelliği için değil, cesareti, zekası ve doğa sevgisi için de çok sevmişler.
Ve böylece, Prenses Elif'in hikayesi, tüm çocuklara doğa sevgisini, cesareti ve dostluğun önemini anlatan bir masal olarak nesilden nesile aktarılmış. Herkes bilmiş ki, gerçek bir prenses tacı ve güzelliğiyle değil, kalbi ve yaptığı iyiliklerle anılır.
Son.
Arkadaşlarınla Paylaş