Bir zamanlar, denizlerin ötesinde, dağların arkasında, yemyeşil ormanlarla çevrili bir ülkede, Ferhat adında küçük bir prens yaşarmış. Ferhat, vatanını ve halkını çok seven, yürekli, iyi kalpli bir çocukmuş. Sarayda büyümüş olsa da, hayatı boyunca halkıyla vakit geçirmeyi çok severmiş. Gözlerinin derinlerinde hep yardım etme isteği, kalbinde ise herkese huzur getirme arzusu varmış. Ferhat'ın yaşadığı krallıkta büyük bir mutluluk hüküm sürermiş, çünkü herkes prensi sever ve ona güvenir, Ferhat da halkını mutlu etmek için elinden gelen her şeyi yaparmış.
Ferhat’ın annesi ve babası, krallığın kral ve kraliçesi, Ferhat’a cesaretin ve adaletin ne kadar önemli olduğunu küçük yaşlarından itibaren öğretmişler. Babası her zaman ona, "Gerçek bir lider, halkını sever, onlara zarar vermek isteyenlerden korur," dermiş. Annesi ise, "Bir liderin kalbi sevgiyle dolu olmalı, yoksa halkına fayda sağlayamaz," diye ekler, Ferhat’a şefkatin gücünü hatırlatırmış.
Ferhat, ailesinden aldığı bu değerlerle büyümüş ve krallığını her şeyden çok sever olmuş. Günlerini halkıyla geçirir, onların dertlerini dinler, sevinçlerine ortak olurmuş. Sarayda büyük şölenler düzenlenir, halk saraya davet edilir ve birlikte eğlenilirmiş. Herkes bu küçük prensin ileride çok iyi bir kral olacağını düşünürmüş.
Bir gün, uzak diyarların birinden kötü bir büyücü çıkagelmiş. Bu büyücü, karanlık güçlere sahip, acımasız bir adammış. Geldiği her yere korku ve keder getirirmiş. Büyücünün adı Zohar’mış. Zohar, Ferhat’ın krallığını ele geçirmek için büyük bir plan yapmış. Gece vakti, sessizce krallığa girmiş ve insanların kalplerine korku tohumu ekmiş. Kimse neler olduğunu anlamamış, ancak kısa sürede krallığın her köşesinde mutsuzluk, endişe ve korku hakim olmuş.
Ferhat, bu değişikliği hemen fark etmiş. Sarayın avlusuna çıktığında, halkının yüzünde gördüğü o mutluluğun kaybolduğunu, yerine derin bir korkunun geçtiğini görmüş. Bu duruma çok üzülmüş ve ne olduğunu anlamak için yaşlı danışmanı Alper’i yanına çağırmış. Alper, krallığın en bilge adamıymış ve Ferhat’ın her zaman güvendiği bir dostuymuş.
“Sevgili Alper,” demiş Ferhat, “Krallıkta bir şeyler ters gidiyor. İnsanlar mutsuz ve korkmuş. Bu duruma ne sebep oldu, biliyor musun?”
Alper, derin bir iç çekmiş. “Prensim,” demiş, “Kötü büyücü Zohar, karanlık güçleriyle krallığımıza girdi. Halkın kalbini korkuyla doldurdu ve onların umutlarını çaldı. Eğer bir şey yapmazsak, krallığımızı tamamen ele geçirebilir.”
Ferhat, Zohar’ın adını duyduğunda bile cesaretini kaybetmemiş. “O halde bir şeyler yapmamız gerek, Alper. Halkımı bu karanlıktan kurtarmalıyım,” demiş kararlılıkla.
Alper, Ferhat’a dönüp, “Bu çok tehlikeli bir görev, prensim. Zohar, güçlü bir büyücü. Ancak, senin cesaretin ve kalbindeki sevgi, onun karanlığından daha güçlü. Eğer doğru bir şekilde hazırlık yaparsan, onu yenebilir ve halkını kurtarabilirsin,” demiş.
Ferhat, halkını kurtarmak için derhal yola çıkmaya karar vermiş. Ama önce hazırlık yapması gerekiyormuş. Annesi ve babası, Ferhat’ın bu tehlikeli yolculuğa çıkacağını duyduklarında endişelenmişler. Kraliçe, Ferhat’a sarılıp, “Sakın cesaretini kaybetme, oğlum. Kalbinin rehberliğinde ilerle,” demiş. Kral ise, “Sen bir prenssin, Ferhat. Halkının güvendiği lider sensin. Onları yalnız bırakma. Ama unutma, savaş sadece kılıçla kazanılmaz; bilgelik ve sabır da bir o kadar önemlidir,” diyerek ona tavsiyelerde bulunmuş.
Ferhat, yanında sadece bir kalkan ve kılıç alarak yola çıkmış. Krallığın dışına çıktığında, kendisini bekleyen zorlu bir macera olduğunun farkındaymış. İlk olarak, derin bir ormana girmiş. Bu orman, büyülü yaratıklarla doluymuş. Ferhat, ormanda yürürken, karşısına dev bir yılan çıkmış. Yılan, Ferhat’a doğru sürünerek yaklaşmış ve hırıltılı bir sesle, “Beni geçmek istiyorsan, cesaretini kanıtlamalısın,” demiş.
Ferhat, korkmadan yılanın gözlerine bakmış. “Ben prens Ferhat’ım. Halkımı kurtarmak için yola çıktım ve hiçbir şey beni yolumdan döndüremez,” demiş. Yılan, Ferhat’ın bu cesur duruşunu görünce geri çekilmiş ve ona yol vermiş.
Ferhat, ormanı geçtikten sonra, büyük bir dağın eteğine gelmiş. Bu dağ, o kadar dik ve yüksekmiş ki, zirvesine çıkmak neredeyse imkansız görünüyormuş. Ancak Ferhat, bu dağın arkasında kötü büyücü Zohar’ın gizli sarayının olduğunu biliyormuş. Dağa tırmanmaya başlamış. Tırmanırken, ayakları kaymış, elleri taşlara sürtünerek kanamış ama pes etmemiş. Zirveye ulaştığında, önünde Zohar’ın kara sarayı belirivermiş.
Saray, kasvetli bir karanlık içindeymiş ve kapıları devasa zincirlerle kapalıymış. Ferhat, cesurca kapıları açmaya çalışmış ama başaramamış. Tam o sırada, yaşlı bir baykuş belirivermiş. Baykuş, “Bu kapıları ancak gerçek cesareti ve merhameti olan biri açabilir,” demiş.
Ferhat, baykuşun sözlerini duyunca, kalbine odaklanmış. Tüm bu yolculuk boyunca cesaretini kaybetmemiş, ama aynı zamanda düşmanlarına bile merhamet gösterecek bir lider olmayı unutmamış. Kalbindeki sevgiyi ve cesareti hissederek, kapılara bir kez daha dokunmuş. O an kapılar yavaşça açılmış.
Ferhat, saraya girdiğinde Zohar onu bekliyormuş. Kötü büyücü, alaycı bir gülümsemeyle, “Demek beni yenmeye geldin, küçük prens,” demiş. Ferhat, büyücüye meydan okuyarak, “Senin karanlığın halkımın üzerinde hüküm süremez. Onları kurtarmak için buradayım,” demiş.
Zohar, Ferhat’a zorlu bir görev vermiş. “Eğer gerçek bir prens olduğunu kanıtlamak istiyorsan, halkını lanetimden kurtarmalısın. Ama bu kolay olmayacak,” demiş. Büyücü, Ferhat’a krallığın dört bir yanına yayılan lanetli yaratıkları gösteren bir harita vermiş. Bu yaratıkları yenmek için cesaretin yanı sıra akıl ve sabır da gerektiğini söylemiş.
Ferhat, haritayı alıp tekrar yola koyulmuş. Yol boyunca farklı yaratıklarla karşılaşmış. Korkunç kurtlar, alev saçan ejderhalar ve hain devlerle savaşmak zorunda kalmış. Ama her seferinde, bilgelik ve cesaretle hareket etmiş. Kurtları kandırarak yollarından çekilmelerini sağlamış, ejderhayı sakinleştirip dost edinmiş ve devi zekasıyla alt etmiş. Yaratıkların hepsini lanetten kurtardıkça, krallığın üzerindeki karanlık yavaş yavaş dağılmaya başlamış.
Sonunda Ferhat, Zohar’ın sarayına geri dönmüş. Görevini tamamladığını gururla bildirmiş. Zohar, bu duruma çok sinirlenmiş ve Ferhat’a bir lanet yapmaya kalkmış. Ama büyü geri tepmiş ve Zohar, kendi lanetinin kurbanı olmuş. Saray, karanlıkla birlikte Zohar’ı yutmuş ve Ferhat, halkının yaşadığı mutsuz günleri sona erdirmiş.
Ferhat, krallığının kontrolünü yeniden ele geçirmiş. Halkı onu büyük bir sevinçle karşılamış. Herkes, prenslerinin cesareti ve fedakarlığı sayesinde kurtulmuş olduklarını biliyormuş. Ferhat, halkına daha da değer vermeye başlamış ve krallık, huzur ve mutlulukla dolmuş.
Ferhat’ın cesur hikayesi, krallığın dört bir yanında yayılmış. Herkes onun adını sonsuza kadar hatırlamak istemiş. Ve böylece, Ferhat masal kahramanı olmuş. Herkes onun cesaretinden ve halkına olan sevgisinden bahsetmiş. Masalın sonunda, iyilik ve cesaret bir kez daha galip gelmiş.
Arkadaşlarınla Paylaş