Bir varmış, bir yokmuş. Çok uzak diyarlardaki en ışıltılı krallığın ortasında, her zaman gülümseyen, neşesiyle etrafını aydınlatan bir prenses yaşarmış. Adı Prenses Elena'ymış. Elena'nın kalbi sevgi ve iyilikle doluymuş. Sarayın rengârenk çiçeklerle dolu bahçesinde, kuşlarla konuşur, ağaçların gölgesinde masallar hayal edermiş.
Elena, herkesin sevdiği, yardıma muhtaçlara koşan bir prensesmiş. Halkına yardım etmekten mutluluk duyar, onların her derdiyle ilgilenirmiş. Ancak bir gün, krallıkta garip bir olay yaşanmaya başlamış. Güneş bir türlü parlamıyor, gökyüzü hep gri bulutlarla kaplanıyormuş. Kuşlar şarkı söylemeyi bırakmış, çiçekler solmaya yüz tutmuş. İnsanlar üzgün ve karamsar bir hale gelmiş.
Prenses Elena, krallıktaki bu değişimi fark ettiğinde çok üzülmüş. Bu duruma bir çare bulması gerektiğini düşünerek krallığın bilge kişisine danışmaya karar vermiş. Bilge, sarayın en yüksek kulesinde yaşar ve krallıkta ne zaman bir sorun olsa Elena ona danışırmış. Prenses, uzun merdivenleri hızlıca çıkarak bilgenin odasına varmış.
Bilge, Elena’nın gelişini gülümseyerek karşılamış. “Hoş geldin Elena,” demiş. “Bu bulutların, bu kasvetin bir sebebi var. Büyülü ormandaki Işık Kristali çalındı. Işık Kristali, krallığın aydınlık ve mutluluğunu sağlayan büyülü bir taş. Eğer onu bulamazsak, krallık sonsuza kadar karanlığa gömülecek.”
Prenses Elena, kristali bulmaya kararlıymış. “Ben gidip kristali bulacağım,” demiş kararlılıkla. Bilge, ona dikkatli olması gerektiğini ve büyülü ormanın zorluklarla dolu olduğunu söylemiş. Ancak Elena, halkını ve krallığını kurtarmak için her türlü tehlikeyi göze almış.
Ertesi sabah, Elena cesurca büyülü ormana doğru yola çıkmış. Yanına sadece küçük, sihirli yeteneklere sahip olan minik dostu Alis’i almış. Alis, Elena’nın yıllardır yanında olan, küçük, kanatlı bir yaratıkmış. Konuşamazmış ama Elena’nın ne düşündüğünü hep anlarmış.
Yolculuk zor geçiyormuş. Büyülü orman her ne kadar güzel olsa da, karanlık ormanların içine girdikçe yollar kapanıyor, her şey daha korkutucu hale geliyormuş. Ağaçların dalları uzayıp yolu kapatıyor, ayaklarına sarılıyor gibi görünüyormuş. Ancak Elena pes etmemiş. Alis de cesurca onun yanında uçuyormuş.
Bir süre sonra, Elena ve Alis derin bir vadinin kenarına gelmişler. Vadiyi geçmeleri gerekiyormuş ama ortada bir köprü yokmuş. Elena tam ümitsizliğe kapılacakken Alis, küçük kanatlarını çırparak Elena’nın dikkatini çekmiş. Birkaç metre ötede, eski bir ağaç kökü vadinin iki yakasını birleştiriyormuş. Elena, cesurca bu kök üzerinden geçmeye karar vermiş. Yavaş ve dikkatli adımlarla vadinin karşısına geçmeyi başarmışlar.
Ormanın derinliklerine indikçe Elena, büyülü bir su kaynağına ulaşmış. Bu su kaynağına yaklaştığında, suyun derinliklerinde parlayan bir ışık görmüş. Işık kristali olabileceğini düşünerek suya doğru ilerlemiş. Ancak suyu koruyan bir yaratık belirmiş. Devasa bir yılan gibi kıvrılan, pulları ışıldayan bu yaratık Elena’nın önünü kesmiş.
Yaratık, Elena’ya bakarak, “Bu sular kutsaldır. Buraya girmek için bilgelik ve cesaret gereklidir,” demiş. Elena, yaratığa doğru adım atarak, “Ben krallığımı kurtarmak için buradayım. Güneş parlamıyor, halkım mutlu değil. Kristali bulmak zorundayım,” demiş.
Yaratık, Elena’nın samimiyetini ve cesaretini anlamış. “O halde, sana bir bilmece soracağım. Bilmeceyi çözersen, kristale ulaşabileceksin,” demiş.
Yaratık, Elena’ya şöyle bir bilmece sormuş:
“Bir şey var ki, ne yakalanabilir ne de durdurulabilir. Her zaman ileri gider, asla geriye dönmez. Nedir bu?”
Elena bir süre düşünmüş. Sonra gülümseyerek, “Zaman!” demiş.
Yaratık, Elena’nın doğru cevabı verdiğini görünce suyun derinliklerinden ışık kristalini çıkarmış ve ona uzatmış. “Cesaretin ve bilgin sayesinde kristal senin. Şimdi krallığını kurtar,” demiş.
Elena, kristali aldıktan sonra hızlıca krallığına dönmek için yola çıkmış. Yolda birçok zorlukla karşılaşmış, ama her defasında cesareti ve Alis’in yardımıyla bu engelleri aşmayı başarmış. Nihayet saraya geri döndüğünde, kristali sarayın ortasındaki büyük çeşmeye yerleştirmiş. O an, kristal ışık saçmaya başlamış ve tüm krallık aydınlanmış.
Güneş tekrar parlamış, kuşlar şarkılarına geri dönmüş ve çiçekler yeniden açmış. Halk, Elena’yı sevinçle karşılamış. Çünkü o, sadece cesaretiyle değil, aynı zamanda sevgisi ve iyilik dolu kalbiyle krallığına ışık getirmişti.
Elena, kristali yerine koyduktan sonra bilgeye gidip teşekkür etmiş. Bilge, ona gururla bakarak, “Sen sadece bir prenses değil, gerçek bir lider oldun. Krallığını kurtardın ve bu senin cesaretinle mümkün oldu,” demiş.
Prenses Elena, bu macerasından sonra çok şey öğrenmiş. Artık sadece güzel bir prenses değil, aynı zamanda güçlü bir lider olduğunu anlamış. Onun bu macerası, krallıktaki herkesin kalbinde bir ders olarak yer etmiş: İyilik ve cesaretle, her türlü karanlık aydınlatılabilir.
Bundan sonra Prenses Elena, krallığını sevgi, cesaret ve bilgelikle yönetmeye devam etmiş. Halkı onu daha da çok sevmiş ve onun sayesinde krallık her zaman ışıl ışıl parlamış.
Ve böylece, Elena’nın iyilik dolu kalbi sayesinde krallıkta sonsuza kadar mutluluk ve barış hüküm sürmüş.
Masal burada bitmiş, herkes mutlu mesut yaşamış.
Arkadaşlarınla Paylaş