Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarların birinde, yemyeşil ormanlarla çevrili, berrak nehirlerin suladığı verimli topraklar üzerinde kurulu bir krallık varmış. Bu krallığın en görkemli yapısı, gökyüzüne uzanan kuleleri, altın işlemeli kapıları ve rengarenk vitraylarıyla göz kamaştıran muhteşem bir saraymış.
Bu sarayda, adı Ahmet olan yakışıklı ve iyi kalpli bir prens yaşarmış. Prens Ahmet'in gözleri, gökyüzünün maviliğini kıskandıracak kadar berrak, saçları güneşin altın ışıltısını taşıyan buğday tarlalarını andırırmış. Ama Prens Ahmet'i gerçekten özel kılan şey, onun sıcacık kalbi ve insanlara karşı duyduğu sevgiymiş.
Prens Ahmet, her sabah erkenden kalkar, atı Yakup'a biner ve krallığı dolaşırmış. Yolda gördüğü herkese selam verir, çocuklarla oyunlar oynar, yaşlılara yardım eder, hasta olanlara şifa dağıtırmış. Bu yüzden krallıktaki herkes Prens Ahmet'i çok sever, onu gördüklerinde yüzleri gülermiş.
Krallığın en değerli hazinesi, sarayın en yüksek kulesinde özenle korunan Altın Elmalar'mış. Bu elmalar sıradan meyveler değilmiş. Her biri büyülüymüş ve krallığa bereket, sağlık ve mutluluk getirirmiş. Altın Elmalar sayesinde tarlalar her zaman verimli olur, insanlar hastalanmaz, krallıkta barış ve huzur hiç bozulmazmış.
Bir gün, korkunç bir olay olmuş. Sarayın muhafızları sabah nöbeti için kuleye çıktıklarında, Altın Elmaların yerinde olmadığını görmüşler. Hemen Kral'a haber vermişler. Kral bu haberi duyunca çok üzülmüş ve öfkelenmiş. Hemen tüm krallığa haber salmış "Kim Altın Elmaları bulup getirirse, ona kızımı ve krallığımın yarısını vereceğim!"
Bu haberi duyan Prens Ahmet, hemen babasının huzuruna çıkmış. "Babacığım," demiş, "İzin verirseniz Altın Elmaları bulmak için yola çıkmak istiyorum. Krallığımızın refahı için bu görevi üstlenmek benim sorumluluğum."
Kral, oğlunun cesaretini ve fedakarlığını görünce gururlanmış. "Git oğlum," demiş, "Ama dikkatli ol. Yolun uzun ve tehlikeli olacak."
Prens Ahmet hemen hazırlıklara başlamış. Sadık atı Yakup'u eyerlemiş, yanına yiyecek ve su almış, keskin kılıcını kuşanmış. Tam yola çıkacakken, sarayın bahçesinde küçük bir tavşan belirmiş. Bu tavşanın adı Mişmiş'miş ve krallıktaki en zeki hayvanlardan biriymiş.
"Merhaba Prens Ahmet!" demiş Mişmiş. "Altın Elmaları aramaya gittiğini duydum. Seninle gelmek istiyorum. Belki sana yardımım dokunur."
Prens Ahmet gülümsemiş. "Tabii ki Mişmiş, senin gibi akıllı bir arkadaşın yardımı çok değerli olur."
Böylece Prens Ahmet, atı Yakup ve yeni dostu Mişmiş yola koyulmuşlar. Önce krallığın içindeki tüm köyleri, kasabaları dolaşmışlar. Her yerde insanlara Altın Elmalar hakkında sorular sormuşlar. Ama kimse bir şey görmemiş, duymamış.
Günler geçmiş, haftalar geçmiş. Prens Ahmet ve arkadaşları krallığın sınırlarını aşıp, bilinmeyen topraklara girmişler. Karanlık ormanlardan geçmişler, derin nehirleri aşmışlar, yüksek dağları tırmanmışlar. Yolda birçok macera yaşamışlar.
Bir keresinde, dev bir ejderhayla karşılaşmışlar. Ejderha ateş püskürtüp onları korkutmaya çalışmış. Ama Prens Ahmet korkusuzca ilerlemiş ve ejderhaya nazikçe selam vermiş. Ejderhanın aslında yalnız ve mutsuz olduğunu fark etmiş. Onunla sohbet etmiş, arkadaş olmuşlar. Ejderha, teşekkür etmek için onlara yolculuklarında yardım etmiş.
Başka bir gün, sihirli bir ormanın derinliklerinde kaybolmuşlar. Ağaçlar canlıymış ve sürekli yer değiştiriyormuş. Mişmiş, zekasını kullanarak ağaçlarla konuşmayı başarmış ve onlara yolu göstermelerini sağlamış.
Bir gece, karanlık bir mağarada kamp kurmuşlar. Mağaranın derinliklerinden ürkütücü sesler geliyormuş. Prens Ahmet cesaretini toplayıp sesin geldiği yere gitmiş. Orada, yaralı ve korkmuş bir grifon bulmuş. Grifonu iyileştirmiş ve onun dostluğunu kazanmış.
Aylar süren yolculuğun sonunda, nihayet büyülü bir göle ulaşmışlar. Gölün ortasında küçük bir ada varmış ve adanın tam merkezinde, parlak ışıklar saçan Altın Elmalar duruyormuş.
Ama Altın Elmalara ulaşmak kolay değilmiş. Gölün sularında dev bir su canavarı yaşıyormuş ve kimsenin adaya yaklaşmasına izin vermiyormuş.
Prens Ahmet düşünmüş taşınmış ve sonunda bir plan yapmış. Mişmiş'e dönmüş ve "Dostum," demiş, "Senin hızlı koşma yeteneğine ihtiyacımız var. Su canavarının dikkatini dağıtabilir misin?"
Mişmiş cesurca öne atılmış. "Tabii ki Prens Ahmet, elimden geleni yapacağım!"
Mişmiş göl kıyısında koşmaya başlamış, su canavarının dikkatini çekmiş. Canavar Mişmiş'i yakalamaya çalışırken, Prens Ahmet hızla göle atlayıp yüzmeye başlamış.
Tam adaya ulaşacakken, su canavarı onu fark etmiş ve üzerine atılmış. İşte o anda, gökyüzünden bir gölge belirmiş. Bu, Prens Ahmet'in mağarada iyileştirdiği grifonmuş! Grifon, Prens Ahmet'i pençeleriyle kavrayıp adaya bırakmış.
Prens Ahmet hemen Altın Elmaları almış. Ama tam o sırada, adanın ortasında bir ışık patlaması olmuş ve karşısında yaşlı bir büyücü belirmiş.
"Dur bakalım genç prens," demiş büyücü. "Bu elmalar öyle kolay alınmaz. Önce benim üç sorumu cevaplamalısın."
Büyücü sormuş "Dünyada en değerli şey nedir?"
Prens Ahmet düşünmüş ve "Sevgi," demiş. "Çünkü sevgi olmadan hiçbir şeyin değeri kalmaz."
Büyücü gülümsemiş ve ikinci soruyu sormuş "Bir kralı gerçekten güçlü yapan nedir?"
Prens Ahmet, "Halkının mutluluğu," diye cevap vermiş. "Çünkü mutlu bir halk, kralını da mutlu ve güçlü kılar."
Büyücü başını sallamış ve son soruyu sormuş "Peki, bir insanı gerçekten zengin yapan nedir?"
Prens Ahmet düşünmüş ve "Dostları," demiş. "Çünkü gerçek dostlar, en değerli hazinelerdir."
Büyücü bu cevapları duyunca çok memnun olmuş. "Aferin genç prens," demiş. "Sen sadece cesur değil, aynı zamanda bilge bir kalbe de sahipsin. Altın Elmalar artık senin."
Prens Ahmet, Altın Elmaları alıp arkadaşlarının yanına dönmüş. Hep birlikte sevinçle krallığa geri dönmüşler. Döndüklerinde büyük bir şenlik düzenlenmiş. Kral, oğlunu kucaklamış ve ona çok gururlandığını söylemiş.
Altın Elmalar yerine konmuş ve krallık yeniden eski mutlu günlerine kavuşmuş. Prens Ahmet, bu macera sırasında öğrendiği dersleri hiç unutmamış. Her zaman sevgiyi, halkının mutluluğunu ve dostluğu en değerli hazineler olarak görmüş.
Prens Ahmet, ileride kral olduğunda, bu değerleri hep yaşatmış ve krallığını adaletle, sevgiyle yönetmiş. Mişmiş ise sarayın baş danışmanı olmuş ve her zaman Kral Ahmet'in en yakın dostu olarak kalmış.
Ve böylece, Prens Ahmet'in cesareti, Mişmiş'in zekası ve tüm arkadaşlarının yardımıyla, krallık sonsuza dek huzur ve mutluluk içinde yaşamış. Bu hikaye, nesilden nesile aktarılmış ve insanlara cesaretin, dostluğun ve bilgeliğin önemini hatırlatmış.
Gökten üç elma düşmüş Biri bu masalı anlatana, biri dinleyene, biri de tüm iyi kalpli insanlara...
Arkadaşlarınla Paylaş