Bir zamanlar, Gökkuşağı Dağları'nın eteğinde, Renkler Krallığı adında bir ülke vardı. Bu ülke, adını gökyüzündeki tüm renklerin yeryüzüne döküldüğü rengârenk topraklarından almıştı. Krallıkta, herkesin sevdiği, akıllı ve cesur bir prenses yaşardı: Prenses Lila. Lila, sıradan bir prenses değildi. Tüllerden yapılmış elbiseler giyip sarayda oturmayı pek sevmezdi. Onun en büyük tutkusu, krallığın dört bir yanını dolaşmak, insanlarla tanışmak ve yeni şeyler öğrenmekti.
Bir gün, Lila saray kitaplığında eski bir harita buldu. Haritanın üzerinde, Gökkuşağı Dağları'nın ardında, "Unutulmuş Işıklar Ormanı" adında bir yer işaretlenmişti. Yanında bir not vardı: "Bu orman, renklerin asıl kaynağını saklar. Ancak yalnızca cesur ve meraklı bir yürek ormanın sırrını çözebilir."
Prenses Lila’nın gözleri heyecanla parladı. "Renklerin kaynağı mı?" diye mırıldandı. "Bunu öğrenmeliyim!" Hemen hazırlık yaptı. Yanına en sevdiği sırt çantasını aldı içine biraz meyve, bir pusula ve bir büyüteç koydu. Lila’nın macera arkadaşı olan, konuşabilen minik bir kedi de vardı: Minik Füme. Füme, gri, parlak tüylü ve biraz ukalaydı ama Lila’ya her zaman sadıktı.
“Yine bir macera peşindesin, değil mi? diye sordu Füme, patileriyle esneyerek.
“Evet! dedi Lila, heyecanla. “Unutulmuş Işıklar Ormanı’nı bulacağım. Belki de tüm bu renklerin kaynağını keşfederiz!
Lila ve Füme, sabah erkenden yola koyuldular. Gökkuşağı Dağları'nın eteklerinden yukarı tırmanırken, çiçeklerin arasından geçtiler, mavi kelebeklerin uçuşunu izlediler ve serin pınarlardan su içtiler. Dağların zirvesine ulaştıklarında, haritada işaretli olan orman karşılarında belirdi. Ama bu orman, daha önce gördükleri hiçbir ormana benzemiyordu. Ağaçların yaprakları altın sarısı, gövdeleri ise zümrüt yeşiliydi. Ormanın içinden hafif bir parıltı yayılıyordu, sanki yerin altından bir gökkuşağı sızıyordu.
“Bu yer… büyülü! dedi Lila, hayranlıkla.
Ormana girdiklerinde, her adımda farklı bir renk beliriyordu. Bir yerde mor ışıklar, başka bir yerde turuncu toz bulutları vardı. Ancak çok geçmeden bir sorunla karşılaştılar. Ormanın derinliklerinde, yollar birbirine karışıyor ve harita artık işe yaramıyordu.
“Sanırım kaybolduk, dedi Füme, biraz endişeyle.
“Kaybolmadık, sadece doğru yolu bulmamız gerekiyor, diye cevap verdi Lila. “Belki de ipuçları vardır.
O sırada, ağaç dallarının arasında, küçük bir ışık hareket etti. Bu, bir ateşböceğiydi ama sıradan bir ateşböceği değildi. Parlak bir mavi renkte ışıldıyordu ve Lila’ya doğru uçuyordu.
“Bizi takip etmemizi istiyor gibi görünüyor, dedi Lila. “Hadi peşinden gidelim!
Mavi ateşböceği, Lila ve Füme’yi ormanın derinliklerine götürdü. Yol boyunca, parlayan taşlar ve şarkı söyleyen kuşlarla karşılaştılar. Sonunda, büyük bir ağacın önüne geldiler. Bu ağaç, ormanın en görkemli ağacıydı. Gövdesi bir gökkuşağı gibi ışıldıyordu ve dallarından altın damlalar sızıyordu.
“Hoş geldiniz, cesur yolcular, diye bir ses duyuldu. Ses, ağacın içinden geliyordu.
“Bu… kim konuşuyor? diye sordu Füme, patileriyle yere sıkıca basarak.
“Ben, Işık Ağacı’yım, dedi ses. “Bu ormanın kalbiyim ve renklerin kaynağıyım. Ama ne yazık ki, renkler yavaş yavaş kayboluyor. Eğer bir çözüm bulamazsak, tüm dünya renksiz kalacak.
Lila’nın gözleri kocaman açıldı. “Nasıl yardımcı olabiliriz? diye sordu.
“Her şey cesaret ve bilgelikle ilgilidir, dedi Işık Ağacı. “Üç görevi tamamlamanız gerekiyor. Ancak o zaman renklerin dengesini kurtarabiliriz.
Lila ve Füme hiç tereddüt etmeden kabul ettiler. İlk görev, ormanın en karanlık köşesinde saklanan "Kayıp Renk Taşı"nı bulmaktı. Bu taş, tüm renkleri yansıtan bir kristaldi ama karanlık bir mağarada kaybolmuştu. Lila, fenerini hazırladı ve Füme ile birlikte mağaraya girdi. Mağara zifiri karanlıktı ve her adımda minik bir yankı duyuluyordu. Ama Lila korkmadı. Elindeki büyüteçle taşın yansımasını aradı ve sonunda, bir köşede taşın parladığını gördü. Taşı alıp dışarı çıktıklarında, mağaradaki karanlık bir anda dağıldı ve yerini parlak ışıklara bıraktı.
İkinci görev, ormanın derinliklerindeki dev bir yapbozu çözmekti. Bu yapboz, gökyüzündeki gökkuşağını tamamlamak için gerekiyordu. Yapboz parçaları dev bir açık alana dağılmıştı. Lila ve Füme, parçaları toplamak ve doğru sırayla yerleştirmek için saatlerce çalıştılar. Lila, parçaların renklerini dikkatlice inceledi ve sonunda gökkuşağını tamamladı.
Son görev ise en zorluydu. Lila’nın, ormanın en yüksek tepesine tırmanması ve oraya ışığı taşıması gerekiyordu. Yol, kayalık ve dikti ama Lila pes etmedi. Minik Füme de ona eşlik etti. Zirveye ulaştıklarında, Lila taşı ve ışığı birleştirdi. O anda, tüm orman bir kez daha renklerle parladı. Gökyüzünde dev bir gökkuşağı belirdi ve tüm krallık bu harika manzarayı izledi.
Işık Ağacı, Lila’ya teşekkür etti. “Cesaretin ve bilgin sayesinde renkler artık güvende. Sen gerçek bir kahramansın, Prenses Lila.
Lila ve Füme, başarıyla saraya döndüler. Bu macera sayesinde Lila, cesaretin ve bilgeliğin her engeli aşabileceğini öğrenmişti. Renkler Krallığı’nda bir daha asla renkler solmadı ve herkes, Prenses Lila’nın hikâyesini anlatarak onunla gurur duydu.
Ve böylece herkes mutlu bir şekilde yaşamaya devam etti.
Arkadaşlarınla Paylaş