Bir zamanlar, çok uzak diyarlarda, Güneşli Tepeler Krallığı adında küçük ama mutlu bir ülke varmış. Bu krallığın en önemli özelliği, her zaman güneş ışığıyla aydınlanmasıymış. Krallığın ortasında yükselen altın renkli şatoda, iyi kalpli Kral Bilge ve ailesi yaşarmış. Kral Bilge'nin tek çocuğu olan Prens Eren, henüz 10 yaşında olmasına rağmen çok meraklı ve öğrenmeye hevesli bir çocukmuş.
Prens Eren'in en sevdiği şey, sarayın bahçesinde dolaşıp doğayı keşfetmekmiş. Her gün yeni bir çiçek, yeni bir böcek veya yeni bir kuş türü öğrenirmiş. Bazen saatlerce ağaç tepelerinde oturup kuşların ötüşünü dinler, bazen de çiçeklerin arasında yürüyüp kelebekleri takip edermiş. Prens Eren'in bu merakı, onu krallıktaki herkesin sevgilisi haline getirmiş.
Ancak bir gün, Güneşli Tepeler Krallığı'nın üzerine kalın, koyu bir bulut tabakası çökmüş. Güneş ışınları artık yeryüzüne ulaşamaz olmuş. Krallıktaki herkes endişelenmeye başlamış. Çiçekler solar, ağaçlar yapraklarını döker, kuşlar ötmeyi keser olmuş. İnsanlar da giderek mutsuzlaşmaya başlamış.
Kral Bilge, bu duruma bir çözüm bulmak için tüm bilgeleri saraya toplamış. Günlerce süren toplantılar sonucunda, sadece bir çözüm bulabilmişler: Krallığın en yüksek tepesinde bulunan Güneş Kristali'ni aktif hale getirmek. Bu kristal, efsaneye göre güneş ışığını toplayıp tüm krallığa yayabilirmiş. Ancak kimse kristalin nasıl çalıştırılacağını bilmiyormuş.
Prens Eren bu haberi duyunca hemen harekete geçmek istemiş. Babasına gidip, "Baba, izin ver, ben Güneş Kristali'ni bulmaya gideyim. Belki nasıl çalıştığını çözebilirim," demiş. Kral Bilge başta tereddüt etmiş ama oğlunun kararlılığını görünce ona güvenmeye karar vermiş.
Ertesi sabah Prens Eren, yanına sadece küçük bir çanta alarak yola çıkmış. Çantasında biraz yiyecek, su, bir harita ve büyüteç varmış. Prens, krallığın en yüksek tepesine doğru yürümeye başlamış. Yolculuğu boyunca birçok zorlukla karşılaşmış. Koca kayaları aşmış, derin vadileri geçmiş, sık ormanların içinden yolunu bulmuş.
Yolculuğunun ikinci gününde, Prens Eren yorgun düşmüş ve bir ağacın altında dinlenmeye karar vermiş. Tam gözlerini kapatacakken, yanına küçük bir sincap sokulmuş. Sincap ona, "Prens Eren, nereye gidiyorsun böyle?" diye sormuş.
Prens şaşkınlıkla cevap vermiş: "Güneş Kristali'ni bulmaya gidiyorum. Krallığımızı kurtarmam gerek."
Sincap gülümsemiş ve "Ben de seninle gelebilir miyim? Belki sana yardımcı olabilirim," demiş. Prens Eren bu teklifi memnuniyetle kabul etmiş. Böylece yeni bir arkadaş edinmiş olmuş.
Prens ve sincap birlikte yola devam etmişler. Sincap, ağaçların tepesinden zıplayarak Prens'e en kısa yolu gösteriyormuş. Bu sayede yolculukları daha da kolaylaşmış. Yolda giderken sincap, Prens'e ormanın dilini öğretmiş. Artık Prens, kuşların ötüşlerini ve rüzgarın fısıltılarını anlayabiliyormuş.
Üçüncü gün, karşılarına derin bir uçurum çıkmış. Uçurumun diğer tarafına geçmek için bir yol bulamıyorlarmış. Tam ümitsizliğe kapılacakken, gökyüzünden bir kartal süzülerek yanlarına inmiş. Kartal, Prens'in hikayesini duyunca çok etkilenmiş ve onlara yardım etmeye karar vermiş. Prens ve sincabı sırtına alarak uçurumun diğer tarafına geçirmiş.
Dördüncü gün, sonunda Güneş Tepesi'ne varmışlar. Tepenin zirvesinde, dev bir kristal görmüşler. Kristal, mat ve cansız görünüyormuş. Prens Eren hemen kristali incelemeye başlamış. Büyütecini çıkarıp kristalin her yerini dikkatle gözden geçirmiş.
Saatler süren incelemeden sonra, Prens kristalin alt kısmında küçük bir yazı fark etmiş. Yazıda şöyle yazıyormuş: "Güneş Kristali, ancak saf bir kalbin sevgisiyle parlar." Prens Eren bu sözün ne anlama geldiğini düşünmeye başlamış.
O sırada, sincap ve kartal da düşünmeye dalmışlar. Hepsi birden aynı anda bağırmışlar: "Buldum!" Prens Eren gülümseyerek, "Krallığımızdaki herkesin mutluluğunu düşünürsek, kristal muhtemelen çalışacaktır," demiş.
Üçü birden ellerini kristale koymuşlar ve krallıklarındaki tüm canlıları düşünmeye başlamışlar. Çiçekleri, ağaçları, hayvanları ve insanları... Hepsinin mutlu olmasını dilemişler. Birden, kristalin içinde küçük bir ışık belirmiş. Işık giderek büyümüş ve tüm kristali kaplamış. Sonra da gökyüzüne doğru yükselmiş.
Gökyüzündeki koyu bulutlar yavaş yavaş dağılmaya başlamış. Güneş ışınları tekrar yeryüzüne ulaşmaya başlamış. Prens Eren, sincap ve kartal sevinçle birbirlerine sarılmışlar. Başarmışlardı!
Prens Eren hemen krallığa dönmek için yola çıkmış. Kartal, onu ve sincabı sırtına alarak hızlıca saraya ulaştırmış. Sarayda herkes Prens'i büyük bir coşkuyla karşılamış. Kral Bilge, oğlunu gururla kucaklamış.
O günden sonra, Güneşli Tepeler Krallığı eskisinden de mutlu ve parlak günler yaşamaya başlamış. Prens Eren'in cesareti ve arkadaşlarının yardımıyla, krallık kurtulmuş. Prens, bu maceradan çok şey öğrenmiş: Doğayı sevmeyi, arkadaşlığın değerini ve herkesin mutluluğunu düşünmenin önemini.
Yıllar sonra, Prens Eren kral olduğunda, bu değerli dersleri hiç unutmamış. Krallığını her zaman adaletle ve sevgiyle yönetmiş. Sincap ve kartal da onun en yakın danışmanları olmuşlar. Güneşli Tepeler Krallığı, dünyanın en mutlu ve en aydınlık ülkesi olarak ünlenmiş.
Ve böylece, küçük Prens Eren'in büyük macerası mutlu bir şekilde son bulmuş. Bu hikaye, nesilden nesile aktarılarak, çocuklara cesaretin, arkadaşlığın ve iyiliğin önemini anlatmaya devam etmiş.
Arkadaşlarınla Paylaş