Bir zamanlar, uzak diyarlarda yemyeşil dağlarla çevrili, gökyüzüne uzanan kuleleriyle ünlü bir krallık vardı. Bu krallıkta, herkesin sevgisini kazanmış, meraklı ve cesur bir prens yaşardı. Bu prensin adı Alen’di. Alen, diğer prenslerden biraz farklıydı. O, günlerini altın tahtlarda oturup emir vermekle değil, doğayı keşfetmekle ve krallığının en uzak köşelerine kadar gidip insanlarla konuşmakla geçirirdi. Onun asıl amacı, herkesin daha mutlu bir yaşam sürebilmesi için bir şeyler öğrenmekti.
Bir gün, Alen büyükbabası Kral Magnus’un eski kitaplarını karıştırırken tozlu bir harita buldu. Haritanın üzerinde, devasa bir orman çizilmişti. Bu orman, “Unutulmuş Bilgiler Ormanı olarak adlandırılıyordu. Haritanın köşesinde, titrek el yazısıyla şu sözler yazılıydı: “Bu ormanda, yalnızca cesur ve saf kalpli biri, dünyanın en büyük sırrını öğrenebilir. Alen, bu haritayı görünce çok heyecanlandı. “Bu sırrı öğrenmeliyim! Belki de krallığımın ve hatta dünyanın geleceği için bir yol gösterebilir, diye düşündü.
Ertesi sabah erkenden yola çıktı. Yanına sadece bir pusula, biraz yiyecek ve annesinin ona hediye ettiği küçük gümüş bir düdük aldı. “Bu düdük, tehlike anında sana yardım edecek, demişti annesi. Alen, düdüğü güvenle cebine koydu ve ormana doğru yürümeye başladı.
Orman, haritada göründüğünden çok daha büyüktü. Ağaçlar o kadar yüksekti ki, dalları gökyüzünü tamamen kapatıyordu. Ancak Alen korkmuyordu. Yol boyunca karşısına çıkan hayvanlarla konuşmaya çalışıyordu. Bir sincaba, “Bu ormanın sırrını biliyor musun? diye sordu. Sincap, başını iki yana sallayıp hızla bir ağaca tırmandı. Bir baykuşa, “Bana yol gösterebilir misin? dedi, ama baykuş sadece gözlerini kırpıştırıp uçup gitti. Prens, biraz hayal kırıklığına uğrasa da vazgeçmedi.
Günler geçti. Alen, ormanda birçok zorlukla karşılaştı. Bir gece, karanlıkta yolunu kaybetti ve bir kurt sürüsüyle burun buruna geldi. Ancak annesinin düdüğünü çalınca, kurtlar hemen sakinleşti ve ormanın derinliklerine geri döndü. Bir başka gün, bir nehirdeki sallantılı bir köprüden geçerken rüzgarın şiddetiyle neredeyse suya düşecekti. Ama cesaretini topladı ve dikkatlice karşıya geçti. Her zorluk, onu daha da güçlendirdi.
Bir sabah, Alen ormanın derinliklerinde bir ışık gördü. Işık, devasa bir ağacın içinden geliyordu. Ağaç, o kadar büyüktü ki, gövdesi bir kale kadar genişti. Alen, cesaretini toplayarak ağacın içine doğru yürüdü. İçeride, kristallerle dolu bir oda vardı. Odayı aydınlatan şey bu kristallerdi. Odanın tam ortasında ise altın bir sandık duruyordu. Sandığın üzerinde, “Bilgelik Sandığı yazıyordu.
Alen, dikkatlice sandığı açtı. İçinden ne altın ne de mücevher çıktı. Sadece, üzerinde bir yazı olan eski bir parşömen vardı. Prens, yazıyı yüksek sesle okudu: “Gerçek bilgelik, başkalarına hizmet etmektir. Paylaşmayı ve yardımlaşmayı bilenler, dünyanın en büyük sırrını çözmüş demektir. Alen, bu sözleri okuduğunda önce biraz şaşırdı. “Bu mu dünyanın en büyük sırrı? diye düşündü. Ancak sonra bu sözlerin ne kadar derin bir anlam taşıdığını fark etti.
Sandığın yanında küçük bir çan duruyordu. Alen, çanı çaldı ve o anda kristaller parlamaya başladı. Orman birdenbire canlandı ağaçlar daha yeşil, hayvanlar daha neşeli hale geldi. Alen, bu sırrın ormanın enerjisini de dönüştürdüğünü anladı.
Prens, haritayı aldığı yere geri döndüğünde, bu sırla tüm krallığını değiştirmeye karar verdi. İnsanlara paylaşmanın ve yardımlaşmanın ne kadar önemli olduğunu anlattı. Kendi elleriyle tarlalarda çalıştı, çocuklarla oyunlar oynadı ve köylerdeki yaşlılara yardım etti. Onun bu davranışları, krallığındaki herkese ilham verdi. Zamanla, krallık adeta bir cennet haline geldi. İnsanlar birbirine yardım ediyor, sorunlarını birlikte çözüyordu.
Alen, hayalini kurduğu gibi bilge bir prens olmuştu. Ama onun bilgelik anlayışı, tahtta oturup emir vermek değil, insanların arasında olup onlara destek olmaktı. Ve böylece, Unutulmuş Bilgiler Ormanı’nın sırrı, yalnızca Alen’in değil, tüm krallığın hayatını değiştirdi.
Masal, Alen'in ormanın sırrını tüm dünyayla paylaşmaya devam etmesiyle mutlu bir şekilde sona erdi.
Arkadaşlarınla Paylaş