Bir zamanlar, Güller Ülkesi adında büyüleyici bir diyar varmış. Bu ülkenin her köşesi güllerle kaplı, yolları pembe güllerle süslenmiş ve havası her daim tatlı bir çiçek kokusuyla doluymuş. Güller Ülkesi’nin bir kralı ve kraliçesi varmış ve onlar halklarını sevgi ve adaletle yönetirlermiş. Bu güzel ülkenin bir de prensesi varmış: Pembe Gül Prensesi. Adı Elara olan bu prenses, nazik kalbi, zekâsı ve yardımseverliğiyle herkesin sevgisini kazanmış.
Prenses Elara, doğduğunda sarayın bahçesinde pembe bir gül açmış ve bu gül hiç solmamış. Herkes bu güle "Pembe Gül" adını vermiş, çünkü onun Elara’nın kalbindeki iyilik ve sevginin sembolü olduğuna inanırlarmış. Elara her sabah bu gülün yanına gider, onunla konuşur ve gülün kokusunu içine çekerken günün ilk ışıklarıyla güne başlarmış.
Bir gün Güller Ülkesi'ne hiç beklenmedik bir şey olmuş. Kötü niyetli bir büyücü, Karanlık Orman’dan gelerek ülkeye karanlık bir büyü yapmış. Büyücü, insanların kalplerine korku tohumları ekmiş ve güllerin solmasına sebep olmuş. O güzelim ülkenin her köşesi karanlığa bürünmüş, güller siyaha dönmüş ve insanların neşesi kaybolmuş. Halk korku içinde yaşamaya başlamış, çünkü büyücü, ülkeyi tamamen ele geçirmeye kararlıymış.
Kraliçe ve Kral bu duruma çok üzülmüşler, çünkü ne kadar çabalasalar da halklarını bu karanlıktan kurtaramamışlar. Saraydaki bilge insanlar bile bu büyüyü bozmanın yolunu bulamamış. İşte o zaman Prenses Elara bir şeyler yapması gerektiğini anlamış. Cesur yüreği ve saf kalbiyle, Güller Ülkesi’ni eski haline döndürmek için bir yolculuğa çıkmaya karar vermiş.
Elara, gizli bir geçitten sarayın arka bahçesinden Karanlık Orman’a doğru yola çıkmış. Yanına en sevdiği beyaz atı Luna’yı da almış. Yolculuğu boyunca onu yalnız bırakmayan Luna, Elara’nın en yakın dostuymuş. Birlikte karanlık ormanın derinliklerine doğru ilerlemişler. Elara’nın kalbi korku doluymuş, ama bir o kadar da cesaretle atıyormuş, çünkü sevgi dolu ülkesini kurtarmak için elinden geleni yapmaya kararlıymış.
Yolculuğun ilk gecesi, karanlık ormanda ilerlerken Elara’nın yolu eski bir bilgeyle kesişmiş. Bu bilge, yüzyıllardır ormanda yaşayan bir büyücüymüş, ama o kötü değilmiş. Elara’yı gördüğünde onun kararlılığını fark etmiş ve ona yardım etmeye karar vermiş. Bilge büyücü, "Bu büyüyü bozmak için kalbindeki en derin sevgiyi kullanman gerek, Prenses Elara. Güller Ülkesi, sevgiyle büyüdü ve yalnızca saf sevgi bu karanlığı yenebilir," demiş.
Elara, bilge büyücünün sözlerini dinlemiş ve kalbinde yatan saf sevgiyi düşünmeye başlamış. O an anlamış ki, Güller Ülkesi’ni kurtarmanın tek yolu, orada yaşayan herkesin yeniden sevgiye inanmasını sağlamakmış. Bilge büyücü, ona sihirli bir gül yaprağı vermiş ve bu yaprağın yalnızca gerçek sevgiyle açacağını söylemiş.
Yolculuğuna devam eden Elara ve Luna, sonunda Karanlık Orman’ın merkezine varmışlar. Burada, karanlığın kalbi olan devasa bir kale varmış. Bu kale, Kötü Büyücü’nün karanlık planlarını yaptığı yerdi. Elara, kalenin etrafında dolaşırken etraftaki güllerin tamamen solduğunu görmüş. Fakat içindeki umut ışığını kaybetmemiş. O an Kötü Büyücü’nün ortaya çıkacağını hissetmiş.
Birden bire kasvetli bir rüzgar esmiş ve Kötü Büyücü Elara’nın önünde belirmiş. Uzun siyah pelerini ve gözlerinde korkutucu bir bakışla Elara’ya bakmış. “Neden buradasın, küçük prenses?” diye sormuş alaycı bir şekilde. “Burası senin yerin değil. Bu ülkeyi ele geçirdim ve artık hiçbir şey bunu değiştiremez!”
Elara korkusunu yenerek, “Bu ülke sevgiyle yönetilen bir yerdi. Karanlık planların buraya zarar veremez. Çünkü sevgi, her türlü karanlığı yenebilir,” demiş cesurca. Elinde tuttuğu sihirli gül yaprağını sıkıca kavramış ve kalbinde yatan sevgiyle gözlerini kapatmış.
O an Elara’nın etrafında büyülü bir ışık yayılmaya başlamış. Bu ışık, onun kalbindeki saf sevginin gücünden geliyormuş. Gül yaprağı yavaşça açılmış ve solmuş güllere doğru bir ışık demeti yaymış. Kötü Büyücü bu ışık karşısında geri çekilmeye başlamış, çünkü karanlık büyüleri bu kadar güçlü bir sevgi karşısında zayıf kalıyormuş.
Elara’nın yaydığı sevgi, yalnızca gülleri değil, aynı zamanda Kötü Büyücü’nün içindeki karanlığı da eritmeye başlamış. Kötü Büyücü, şaşkınlıkla izlerken, karanlık güller birer birer açmış ve eski parlak pembe renklerine kavuşmuş. Ülkenin her köşesinden yeniden sevgi ve mutluluk yayılmaya başlamış. Kötü Büyücü, Elara’nın gücüne karşı koyamayacağını anlamış ve sessizce oradan çekilip gitmiş. O andan itibaren Güller Ülkesi’nin üzerinde bir daha karanlık bulutlar belirmemiş.
Elara ve Luna, ülkelerine geri döndüklerinde halk onları büyük bir sevinçle karşılamış. Güller yeniden açmış, insanlar neşe içinde sokaklarda dans etmişler. Elara, halkına sevginin ve iyiliğin her zaman en büyük güç olduğunu öğretmiş. Ülkesi bir kez daha sevgi ve mutlulukla dolmuş.
Kraliçe ve Kral, kızlarını büyük bir gururla izleyip, “Sen yalnızca bir prenses değil, halkımızın gerçek kahramanısın,” demişler. Elara ise her zaman alçakgönüllü kalmış ve “Ben sadece kalbimdeki sevgiyi kullandım. Sevgi, her türlü kötülüğü yener,” diyerek halkına sevginin gücünü hatırlatmış.
O günden sonra, Pembe Gül Prensesi olarak anılan Elara, ülkede barış ve mutluluğun sembolü olmuş. Güller Ülkesi, Elara’nın cesareti ve sevgisi sayesinde sonsuza kadar huzur içinde yaşamış. Ve Pembe Gül, her sabah Elara’nın yanına gidip onunla konuşmasına şahitlik etmiş. Güller Ülkesi’nde sevgi, hiçbir zaman solmamış.
Arkadaşlarınla Paylaş