Bir zamanlar uzak diyarlarda, yemyeşil ormanların, berrak nehirlerin ve ışıl ışıl güneşin aydınlattığı bir krallık vardı. Bu krallığın adı Parlak Diyarı’ydı. Burada insanlar huzurlu ve mutlu bir yaşam sürerdi. Krallığın en büyük özelliği, her sabah gökyüzünü süsleyen altın rengi güneş ışıklarıydı. İşte bu masal, Parlak Diyarı’nın cesur ve iyi kalpli prensi Aras’ın hikayesini anlatıyor.
Prens Aras, on iki yaşında, öğrenmeye meraklı, cesur ve nazik bir çocuktu. Saraydaki öğretmenlerinden bilim, sanat ve savaş tekniklerini öğrenirdi ama onun asıl tutkusu kitaplar ve maceralardı. Sarayın büyük kütüphanesinde saatlerce vakit geçirir, eski masalları ve efsaneleri okurdu. Bir gün, kütüphanenin en eski köşelerinden birinde, tozlarla kaplanmış bir kitap buldu. Kitabın kapağında, altın harflerle "Kaybolan Güneşin Sırrı" yazıyordu. Merakla kitabı açtı ve hikayeyi okumaya başladı.
Kitapta, Parlak Diyarı'nın eski zamanlarında bir güneş hırsızının yaşadığı anlatılıyordu. Bu kötü kalpli büyücü, güneşin ışığını çalarak krallığı karanlığa boğmaya çalışmıştı. Güneş, halkın sevgisi ve cesareti sayesinde kurtarılmıştı, ancak büyücü hâlâ uzaklardaki Sisli Dağ’da yaşıyor ve krallığı yeniden tehdit ediyordu. Kitabı okurken Aras’ın kalbi hızla çarptı. Bu hikayenin bir masal olmadığını, krallığı için gerçek bir tehlike oluşturduğunu hissetti.
Kütüphaneci yaşlı Alara, Aras’ın yanına geldi ve fısıldadı:
"Bu kitap sıradan bir hikaye değil, Prens Aras. Sisli Dağ'daki büyücü hâlâ orada ve bir gün tekrar güneşi çalmaya kalkabilir. Ancak bu krallığın cesur kahramanı sensin."
Aras, bu sözleri duyunca büyük bir kararlılık hissetti. Kral ve kraliçesine durumu anlattı. Önce endişelendiler, çünkü oğullarını tehlikeli bir maceraya göndermek istemiyorlardı. Ama Aras'ın gözlerindeki kararlılığı görünce ona güvenmeye karar verdiler. Kral, "Oğlum, bu yolculuk kolay olmayacak. Ama senin cesaretin ve iyiliğin krallığımızı koruyacaktır. Yanına sadık dostlarını almayı unutma," dedi.
Ertesi sabah, Aras yolculuğuna çıkmaya hazırdı. Yanına en güvendiği dostları aldı: Tulu adında akıllı ve konuşkan bir karga ile sadık köpeği Poyraz. Tulu, olaylara pratik çözümler bulmasıyla ünlüydü, Poyraz ise Aras’a her koşulda eşlik eden cesur bir dosttu. Üç arkadaş, güneşli bir sabah yola koyuldular.
İlk durakları, yemyeşil ve derin bir ormandı. Ormanda ilerlerken, yaşlı bir kaplumbağa ile karşılaştılar. Kaplumbağa, "Sisli Dağ’a ulaşmak istiyorsanız, şu büyük ırmağı geçmeli ve kırmızı kayayı takip etmelisiniz. Ama dikkatli olun, çünkü yol zorluklarla doludur," dedi. Aras teşekkür ederek yola devam etti.
Irmağa geldiklerinde, suyun akışı çok güçlüydü. Ancak Tulu hemen uçup karşı kıyıya geçti ve Aras’a yolu gösterdi. Poyraz ise yüzerek suyun derinliklerini kontrol etti ve güvenli bir yol bulmalarına yardımcı oldu. Nihayet ırmağı geçip kırmızı kayayı buldular. Burada dinlenirken, çevrelerindeki doğanın güzelliğini fark ettiler. Aras, "Bu macerada sadece hedefimize odaklanmamalı, yolculuğun tadını da çıkarmalıyız," dedi.
Yolculukları devam ederken, dikenli çalılıklarla karşılaştılar. Çalılıkların geçilmesi imkansız gibi görünüyordu. Tam pes edeceklerken, Tulu bir çözüm buldu. "Şuradaki ağacın dallarını kullanarak bir köprü yapabiliriz," dedi. Aras ve Poyraz hemen işe koyuldular. Hep birlikte çalışarak bir köprü yaptılar ve dikenli bölgeyi aştılar.
Sonunda, Sisli Dağ’ın zirvesine ulaştılar. Burada büyük bir taş kapı onları bekliyordu. Kapının üzerinde bir bilmece yazılıydı:
"Işığı bulmak için cesaret ve iyilikle cevap ver. Kalbinin doğruluğu yolu açacaktır."
Aras, bir an düşündü. Bu yolculuk boyunca öğrendiği şeyleri hatırladı. Yüksek sesle "Cesaret ve iyilik!" diye bağırdı. Taş kapı yavaşça açıldı ve büyücüyle karşılaştılar.
Büyücü, soğuk bir sesle "Buraya kadar gelmen cesaret ister. Ama güneşi kurtaramayacaksın," dedi. Ancak Aras sakin ve nazik bir sesle cevap verdi:
"Güneş, bir kişinin değil, hepimizin ışığıdır. Karanlık sadece yalnızlık getirir. Eğer ışığı paylaşırsak, hepimiz mutlu olabiliriz."
Büyücü, Aras’ın bu sözleri karşısında şaşırdı. Yıllarca, ona karşı çıkan herkes onu öfke ve nefretle suçlamıştı. Ancak Aras, ona iyilikle yaklaşmıştı. Büyücü uzun süre sessiz kaldı ve sonra, "Haklısın," dedi. "Ama burada yalnız olmak beni kötüleştirdi. Eğer bana arkadaşlık edecek bir şeyler getirirsen, güneşi geri vereceğim."
Aras, bu teklifi kabul etti. Dönüş yolunda, büyücü için neşeli bir bahçe yapabilecek çiçek tohumları topladı. Ormandaki hayvanları, büyücüyle dost olmaya ikna etti. Tekrar dağa döndüğünde, büyücü ona teşekkür etti ve "Güneşi geri getirmenin zamanı geldi," dedi.
Büyücü, Aras’ın getirdiği iyilikle kalbindeki karanlığı aştı. Güneşi serbest bıraktı ve Parlak Diyarı yeniden aydınlandı. Halk, Aras’ı bir kahraman olarak karşıladı. Kraliçe gözyaşları içinde oğluna sarıldı. Kral gururla, "Cesaretin ve iyiliğin krallığımızı kurtardı," dedi.
Aras ise şöyle cevap verdi:
"Gerçek zafer, sevgiyi ve iyiliği paylaşmaktır."
Halk bu sözleri hiç unutmadı. Parlak Diyar, ışıl ışıl güneşiyle, cesur prensi Aras’ın hikayesini nesiller boyunca anlatmaya devam etti. Sisli Dağ’daki büyücü bile artık krallığın dostu olmuştu. Güneş, her sabah daha parlak doğdu ve tüm krallığı aydınlattı.
Arkadaşlarınla Paylaş