Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uzak diyarların birinde yemyeşil ormanlarla çevrili, nehirlerin berrakça aktığı, kuşların neşeyle şarkılar söylediği bir köy varmış. Bu köyde, herkesin sevip saydığı, cesur ve zeki bir genç yaşarmış. Adı Keloğlan'mış. Keloğlan, adı gibi kelmiş ama parlak zekası ile köydeki herkesin sevgisini kazanmış bir delikanlıymış.
Keloğlan, annesiyle birlikte küçük, sevimli bir kulübede yaşarmış. Günleri genellikle ormanda odun toplamak, bahçede çalışmak ve annesine ev işlerinde yardım etmekle geçermiş. Bir gün, Keloğlan yine ormana odun toplamaya gitmiş. Ormanın derinliklerinde gezerken, aniden tuhaf bir ses duymuş. Ses, bir yardım çığlığıymış. Hemen sesin geldiği yöne doğru koşmuş ve dev bir ağacın altında sıkışmış bir kaplumbağa görmüş. Kaplumbağa yaşlı ve güçsüzmüş.
Keloğlan, kaplumbağayı hemen kurtarmış. Kaplumbağa minnetle Keloğlan'a bakmış ve "Ey Keloğlan, beni kurtardığın için sana çok teşekkür ederim. Ben bu ormanın bekçisiyim. Ne zaman yardıma ihtiyacın olursa, adımı an ve ben hemen gelirim," demiş.
Keloğlan bu teklifi kibarca kabul etmiş ve kaplumbağa ile vedalaşarak köyüne dönmüş. Günler günleri kovalamış, köyde huzur içinde yaşarken bir gün köy meydanında büyük bir telaş başlamış. Köyün ileri gelenleri toplanmış ve köylülerden yardım istemişler. Çünkü krallığın başkenti tehlikedeymiş. Kralın tek kızı, prenses, bir ejderha tarafından kaçırılmış ve kimse prensesi bulamıyormuş. Kral, prensesi kurtaracak kişiye büyük bir ödül vereceğini duyurmuş.
Keloğlan, hemen annesinin yanına gidip durumu anlatmış. "Anneciğim, prensesi kurtarmak için gitmek istiyorum. Belki de zekâm sayesinde prensesi kurtarabilirim," demiş. Annesi, Keloğlan'ın kararlılığını görünce ona dua etmiş ve "Git oğlum, yolun açık olsun. Ama dikkatli ol ve her zaman doğru olanı yap," demiş.
Keloğlan, annesinden aldığı dualarla yola çıkmış. Günlerce yürümüş, dağlar aşmış, dereler geçmiş. Nihayet ejderhanın yaşadığı dağın eteğine varmış. Dağın zirvesine ulaşmak için zekâsını kullanarak en uygun yolu bulmuş ve sessizce ilerlemiş. Dağın tepesinde, büyük ve korkunç ejderhayı görünce, Keloğlan korkmamış ve sakince düşünmeye başlamış.
Ejderhanın uyuduğunu fark etmiş. Hemen aklına kurtardığı kaplumbağa gelmiş. "Ey kaplumbağa dostum, nerede olursan ol, sana ihtiyacım var," diye mırıldanmış.
Anında kaplumbağa belirivermiş ve Keloğlan’a "Ne oldu Keloğlan, yardıma mı ihtiyacın var?" demiş.
Keloğlan durumu açıklamış ve kaplumbağadan yardım istemiş. Kaplumbağa, ejderhanın en zayıf noktasının karnı olduğunu söylemiş. "Ejderha karnından çok gıdıklanır. Eğer onu güldürebilirsen, karnını açıkta bırakır ve zayıf noktasını ortaya çıkarırsın," demiş.
Keloğlan, kaplumbağanın bu bilgisine güvenmiş ve bir plan yapmış. Yanında getirdiği sopalar ve ipler ile bir tuzak kurmuş. Ejderhanın karnına gıdıklayıcı bir mekanizma yapmış ve onu uyandırmak için yüksek sesle şarkı söylemeye başlamış.
Ejderha uyanmış ve Keloğlan’ın cesaretine şaşırmış. Tam Keloğlan’a doğru hareket ederken, Keloğlan mekanizmayı çalıştırmış ve ejderhanın karnını gıdıklamaya başlamış. Ejderha gülmekten karnını tutmuş ve tam o anda Keloğlan ejderhanın zayıf noktasını hedef almış. Ejderha acı içinde kaçmış ve bir daha geri dönmemiş.
Keloğlan hemen prensesin tutulduğu mağaraya koşmuş ve prensesi kurtarmış. Prenses, Keloğlan’a minnettarlığını dile getirirken, birlikte krallığın başkentine dönmüşler.
Kral, Keloğlan’ın cesaretine ve zekâsına hayran kalmış. Ona büyük bir ödül vermek istemiş ama Keloğlan mütevazı bir şekilde bu ödülü kabul etmemiş. "Ben sadece doğru olanı yaptım," demiş.
Kral, Keloğlan’ın bu alçakgönüllülüğünü takdir etmiş ve ona köyüne dönmesi için gerekli tüm yardımı yapmış. Keloğlan, prensesi kurtarmanın verdiği mutlulukla köyüne dönmüş ve annesine sarılmış.
Köylüler, Keloğlan’ın başarısını kutlamış ve ona saygı duymuşlar. Keloğlan ise yine aynı mütevazılıkla köy işlerine devam etmiş ve her zaman yardımseverliği ile tanınmış. Onun cesareti ve zekâsı, köyde nesiller boyu anlatılan bir masal haline gelmiş.
Bir gün, köyün dışında, büyük bir ormanda yangın çıkmış. Köylüler panik içinde yangını söndürmeye çalışırken, Keloğlan hemen bir çözüm yolu bulmuş. Kaplumbağa dostunu tekrar çağırmış. Kaplumbağa hemen gelmiş ve Keloğlan’a, "Bu ormanın derinliklerinde sihirli bir su kaynağı var. Eğer o sudan alabilirsek yangını söndürebiliriz," demiş.
Keloğlan, kaplumbağanın rehberliğinde ormanın derinliklerine doğru yol almış. Sihirli su kaynağını bulmuş ve suyu büyük bir kaba doldurmuş. Köye geri dönerek suyu yangının üzerine dökmüş. Sihirli su, yangını anında söndürmüş ve ormanı kurtarmış.
Köylüler, Keloğlan’ın bu cesur ve zeki davranışına bir kez daha hayran kalmışlar. Keloğlan’ın sadece prensesi kurtarmakla kalmadığını, aynı zamanda köylerini ve ormanı da kurtardığını görmüşler.
Keloğlan, bu olaydan sonra köyde daha da saygın hale gelmiş. Herkes onun hikayelerini çocuklarına anlatır, onun cesareti ve zekâsı ile övünürmüş. Keloğlan ise her zaman alçakgönüllü kalmış ve “Ben sadece doğru olanı yaptım,” demiş.
Keloğlan ve annesi, köylerinde uzun ve mutlu bir hayat sürmüşler. Onların hikayesi, iyilik ve cesaretin her zaman kazanacağını anlatan bir ders olarak dilden dile dolaşmış. Keloğlan’ın adı, köyde ve krallıkta kahraman olarak anılmış.
Ve işte böylece, Keloğlan’ın hikayesi mutlu sonla bitmiş. Keloğlan, cesareti ve zekâsı ile her zaman hatırlanmış ve örnek alınmış. Gökyüzünden üç elma düşmüş; biri bu masalı dinleyenlerin, biri anlatanın, biri de Keloğlan’ın başına. Masal burada bitmiş, iyilikler ise hep sürmüş.
Ve Keloğlan ile annesi, köylerinde uzun ve mutlu bir hayat sürmüşler. Onların hikayesi de tüm çocuklara, cesaretin ve zekânın her zaman en güçlü silah olduğunu öğretmiş.
Bu masal da burada bitmiş, herkes mutlu mesut yaşamış.
Arkadaşlarınla Paylaş