Bir zamanlar, güzel mi güzel, yemyeşil ormanlarla çevrili bir krallık varmış. Bu krallığın en yüksek tepesinde, gökyüzüne uzanan kuleleriye göz alıcı bir şato yükselirmiş. Şatoda yaşayan Kral Augustus ve Kraliçe Sophia'nın Prenses Luna adında bir kızları varmış. Luna, altın sarısı saçları, zümrüt yeşili gözleri ve kocaman gülümsemesiyle herkesin sevgilisiymiş.
Prenses Luna, diğer prensesler gibi sadece güzel elbiseler giyip, saçlarını taramakla ilgilenmezmiş. O, krallıktaki her canlıya yardım etmeyi seven, meraklı ve cesur bir kızmış. Her sabah erkenden kalkar, bahçıvanlarla birlikte çiçek ve sebze bahçelerinde çalışır, aşçılara mutfakta yardım eder, kütüphanede saatler geçirip yeni şeyler öğrenirmiş.
Bir gün, Luna bahçede çalışırken küçük bir serçe kuşu yanına gelmiş. Serçe çok üzgün görünüyormuş. Luna kuşa neden üzgün olduğunu sormuş. Serçe, "Prenses Luna, bizim ormanımız büyük tehlikede! Kötü kalpli bir büyücü, bütün ağaçları kurutmaya ve hayvanları kaçırmaya çalışıyor. Eğer bir şey yapmazsak, yakında yaşayacak yerimiz kalmayacak," demiş.
Luna bu habere çok üzülmüş. Hemen babasının yanına koşmuş ve durumu anlatmış. Kral Augustus endişeyle, "Bu çok ciddi bir sorun Luna. Ama büyücüyle savaşmak çok tehlikeli olabilir. En iyisi uzak duralım," demiş. Ancak Luna, "Baba, biz bu krallığın koruyucularıyız. Ormanı ve orada yaşayan canlıları korumak bizim görevimiz. Lütfen, bir şeyler yapmama izin ver," diye yalvarmış.
Kral, kızının kararlılığını görünce ona güvenmeye karar vermiş. "Peki Luna, ama çok dikkatli olmalısın. Yanına en güvendiğim danışmanlarımdan Bilge Elara'yı da alacaksın," demiş. Luna sevinçle babasına sarılmış ve hemen hazırlıklara başlamış.
Ertesi sabah şafakla birlikte, Luna ve Bilge Elara yola çıkmışlar. Yanlarına sadece biraz yiyecek, su ve Luna'nın en sevdiği kitabı almışlar. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, etraflarındaki ağaçların gittikçe cansızlaştığını, çiçeklerin solduğunu görmüşler. Luna üzüntüyle, "Zavallı orman, onu kurtarmalıyız Elara," demiş.
Saatler süren yürüyüşün ardından, karanlık ve kasvetli bir bölgeye varmışlar. Burada ağaçlar neredeyse tamamen kurumuş, yapraklar dökülmüş. Aniden karşılarına siyah pelerinli, uzun sakallı, kötü bakışlı bir adam çıkmış. Bu, kötü kalpli büyücüymüş!
Büyücü sinsi bir gülümsemeyle, "Vay vay, küçük prenses ve yaşlı danışmanı. Benim ormanıma hoş geldiniz!" demiş. Luna korkmasına rağmen cesurca bir adım öne çıkmış. "Bu orman senin değil! Burası bütün canlıların evi ve sen onlara zarar veriyorsun. Neden böyle kötü şeyler yapıyorsun?" diye sormuş.
Büyücünün yüzündeki gülümseme kaybolmuş. "Çünkü insanlar beni hep dışladılar, kimse beni anlamadı. Ben de güçlü olup herkesi cezalandırmaya karar verdim!" diye bağırmış. Luna büyücünün gözlerindeki üzüntüyü fark etmiş. Yavaşça ona yaklaşmış ve, "Seni anlıyorum. Yalnız ve anlaşılmamış hissetmek çok zor olmalı. Ama başkalarına zarar vererek kendin de mutlu olamazsın. Gel, birlikte yeni bir başlangıç yapalım," demiş.
Büyücü şaşkınlıkla Luna'ya bakmış. Kimse ona daha önce böyle nazik davranmamış. "Sen... Sen gerçekten beni anlıyor musun?" diye sormuş titrek bir sesle. Luna gülümseyerek başını sallamış. "Evet, anlıyorum. Ve sana yardım etmek istiyorum. Hadi, ormanı eski haline döndür ve birlikte yeni bir sayfa açalım," demiş.
Büyücünün gözlerinden bir damla yaş süzülmüş. Asasını kaldırmış ve büyülü sözler söylemeye başlamış. Aniden, etraflarındaki ağaçlar canlanmaya, çiçekler açmaya başlamış. Kuşlar gökyüzünde dans ederken, sincaplar ve tavşanlar neşeyle zıplamaya başlamışlar.
Luna sevinçle ellerini çırpmış. "Harika! Bak, orman ne kadar mutlu! Sen de artık yalnız değilsin. Bizimle şatoya gel, orada yeni bir hayata başlayabilirsin," demiş. Büyücü gözyaşları içinde Luna'ya teşekkür etmiş ve teklifi kabul etmiş.
Hep birlikte şatoya döndüklerinde, Kral Augustus ve Kraliçe Sophia onları karşılamışlar. Luna olanları anlatınca, kral ve kraliçe çok gururlanmışlar. Kral, "Luna, sen sadece cesur değil, aynı zamanda çok anlayışlı ve merhametlisin. Bir gün harika bir kraliçe olacaksın," demiş.
O günden sonra, büyücü artık kötü kalpli değilmiş. Adının Merlin olduğunu söylemiş ve krallığın baş büyücüsü olmuş. Bilgisini ve yeteneklerini insanlara yardım etmek için kullanmaya başlamış. Luna ile birlikte, krallıktaki çocuklara büyü ve bilim dersleri vermeye başlamışlar.
Prenses Luna büyüdükçe, sadece güzelliğiyle değil, zekası, cesareti ve merhametiyle de tanınmış. İnsanlara ve doğaya olan sevgisiyle, krallığı daha güzel ve mutlu bir yer haline getirmiş. Herkes ona hayranmış ve bir gün çok iyi bir kraliçe olacağını biliyorlarmış.
Luna'nın macerası, küçük bir iyiliğin ve anlayışın nasıl büyük değişimler yaratabileceğini herkese göstermiş. Krallıktaki çocuklar, Luna'nın hikayesini dinleyerek büyümüşler ve onun gibi cesur, anlayışlı ve yardımsever olmaya çalışmışlar.
Ve böylece, Prenses Luna'nın krallığı, her geçen gün daha mutlu, daha yeşil ve daha barışçıl bir yer haline gelmiş. Luna, sadece taç giyen bir prenses değil, aynı zamanda herkesin kalbinde taht kuran bir kahraman olmuş. Onun hikayesi, nesilden nesile aktarılarak, iyiliğin ve sevginin gücünü herkese hatırlatmaya devam etmiş.
Arkadaşlarınla Paylaş