Bir varmış bir yokmuş, çok uzak diyarlarda, yemyeşil ormanlarla, berrak nehirlerle çevrili büyük ve güzel bir krallık varmış. Bu krallığın adı Mutluluklar Krallığı'ymış. Krallık, adından da anlaşıldığı gibi, her köşesinde neşe ve huzur doluymuş. Krallıkta yaşayan herkes birbirine yardım eder, sevgi ve saygı içinde yaşarmış. Bu krallığın çok iyi kalpli bir prensi varmış. Adı Prens Can'mış. Prens Can, cesur, yardımsever ve sevgi dolu bir insanmış. Herkes onu çok severmiş çünkü o, krallıkta kimin yardıma ihtiyacı varsa hemen elinden geleni yaparmış. Ama Prens Can'ın asıl hayali, bir gün büyük işler başararak krallığına en iyi şekilde hizmet etmekmiş.
Prens Can'ın babası Kral Hasan, krallığını adaletle yöneten bilge bir kralmış. Ancak yaşı ilerlediği için, artık tahtını Prens Can'a devretmenin zamanı geldiğini düşünüyormuş. Fakat Prens Can tahta oturup kral olmak için kendisini henüz hazır hissetmiyormuş. Kral Hasan da bunu anlamış ve oğluna şöyle demiş:
"Oğlum, biliyorum ki senin kalbin çok temiz ve iyi niyetlisin. Ancak bir kral sadece iyi kalpli olmakla kalmaz, aynı zamanda halkını koruyacak kadar cesur, bilge ve adil olmalıdır. Sana vereceğim bu taç, gerçek bir kral olmanın sembolüdür. Ama önce bu tacın hakkını kazanmalısın. Krallığımıza bir tehlike yaklaşıyor ve sen bu tehlikeyi ortadan kaldırdığında tacını hak etmiş olacaksın."
Prens Can bu sözleri duyunca çok şaşırmış ve heyecanlanmış. Babasına, "Bu tehlike nedir baba? Nasıl bir kötülük krallığımıza zarar vermek istiyor?" diye sormuş.
Kral Hasan bir iç çekmiş ve şöyle devam etmiş: "Karanlık Orman’ın derinliklerinde yaşayan bir büyücü var. Adı Zalim Zoltan. Yıllar önce krallığımızı kıskanmış ve bizi yok etmek için kötü planlar yapmış. Zoltan’ın gücü o kadar büyüdü ki, şimdi krallığımıza saldırmak için hazırlanıyor. Eğer onu durdurmazsak, krallığımızda huzur kalmayacak. Ancak, onu durdurabilecek tek şey, Sihirli Taç. Bu taç çok özel güçlere sahip ve doğru ellerde dünyayı kötülüklerden koruyabilir. Tacı bulmak için cesaret ve bilgelik dolu bir yolculuk yapman gerekecek."
Prens Can, babasının verdiği görevin önemini anladığı için hemen hazırlık yapmaya başlamış. Yanına en güvendiği atı Şimşek’i almış ve yolculuğa çıkmış. Kral ve kraliçe, oğullarına cesaret ve sevgi dolu bakışlarla veda etmişler.
Prens Can, önce köyden köye, dağdan dağa dolaşmış. Yol boyunca karşılaştığı herkese yardım etmiş. Bir köyde, mahsur kalan bir aileyi kurtarmış. Bir başka yerde, su bulamayan köylülere su kuyusu açmaları için yardım etmiş. Yardım ettiği herkes ona dua etmiş ve ona Sihirli Taç'ı bulması için cesaret vermiş.
Yolculuğu sırasında Prens Can, bir gün Karanlık Orman’ın girişine ulaşmış. Orman o kadar karanlık ve korkunç görünüyormuş ki, insanlar yaklaşmaya bile cesaret edemiyormuş. Ancak Prens Can, korkusunu yenmiş ve Şimşek’le birlikte ormana girmiş. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, birden karşısına bir bilge yaşlı adam çıkmış. Yaşlı adamın elinde parlayan bir asa varmış ve gözlerinde bilgelik dolu bir ışık parlıyormuş.
"Hoş geldin genç prens," demiş yaşlı adam. "Ben Bilge Baran. Senin yolculuğunu biliyorum. Sihirli Taç’ı bulmak istiyorsun. Ancak o taç, sadece gerçek bir iyilik yapana kendini gösterir. Bu ormanda seni bekleyen büyük bir sınav var. Ancak kalbin temizse ve cesaretin varsa, o tacı bulabilirsin."
Prens Can, yaşlı adamın sözlerini dinleyip içini çekmiş. "Her ne olursa olsun, krallığımı korumak için bu sınavı geçeceğim," demiş kararlı bir şekilde.
Bilge Baran, Prens Can'a şöyle bir uyarı yapmış: "Unutma, bu yolculuk sadece cesaret değil, aynı zamanda bilgelik ve merhamet de gerektirir. Kötülüğe karşı savaşırken kalbin hep sevgi dolu olmalı. Yolun açık olsun, genç prens."
Prens Can, Bilge Baran'a teşekkür etmiş ve yoluna devam etmiş. Karanlık Orman'da ilerledikçe orman daha da korkutucu hale gelmiş. Ağaçlar gittikçe daha sık ve karanlık olmuş. Rüzgar uğultularla esiyor, kuşlar bile sessizce bekliyormuş. Prens Can, bir süre sonra Karanlık Orman’ın kalbine ulaşmış. Burada, büyük bir mağara girişi onu bekliyormuş. Mağaranın içinden dumanlar yükseliyor, derinlerden garip sesler geliyormuş.
Prens Can mağaraya girip Zalim Zoltan'ı bulmaya karar vermiş. Mağaranın içi soğuk ve kasvetliymiş. Bir süre ilerledikten sonra karşısına devasa bir taş kapı çıkmış. Kapının üstünde bir yazı varmış: "Sadece iyilikle dolu bir yürek bu kapıyı açabilir."
Prens Can bu yazıyı okuyunca içinden "Ben iyilikle dolu bir yüreğe sahibim" demiş ve kapıya elini koymuş. O an kapı yavaşça açılmış ve Prens Can, kapının ardında Zalim Zoltan’ı görmüş. Zoltan, büyük bir tahtta oturuyor ve elinde karanlık bir asayı tutuyormuş.
"Demek Kral Hasan’ın oğlu karşıma gelmeye cesaret etti," demiş Zoltan gülerek. "Sihirli Tacı almak için geldin ama senin gücün buna yetmeyecek, prens. Benim gücüm her şeyi yok edebilir!"
Prens Can sakin kalmış. "Gücün kötülük üzerine kurulu Zoltan. Ama ben iyilik için buradayım. Krallığımı ve halkımı korumak için ne gerekiyorsa yapacağım. Sihirli Taç'ı almak için güç kullanmam gerekmiyor. Kalbimde sevgi ve cesaret var."
Zalim Zoltan bu sözlere gülerek karşılık vermiş. "Göreceğiz, genç prens!" demiş ve asasını havaya kaldırarak karanlık güçleri serbest bırakmış. Etrafta fırtınalar esmeye, mağara sallanmaya başlamış. Ancak Prens Can korkmamış. Ellerini kalbinin üzerine koymuş ve gözlerini kapatmış.
O an Bilge Baran’ın söyledikleri aklına gelmiş: "Kötülüğe karşı savaşırken kalbin hep sevgi dolu olmalı."
Prens Can, kalbinde sevgi ve iyilik olduğunu hatırlamış. İçinden, krallığını, ailesini ve yardım ettiği insanları düşünmüş. Ve tam o anda, bir ışık belirmiş. O ışık, Prens Can’ın kalbinden çıkıp etrafını sarmış. Zalim Zoltan’ın karanlık güçleri bu ışığın karşısında eriyip yok olmuş.
Zalim Zoltan şok içinde kalmış. "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye bağırmış. "Sen sadece bir prenssin!"
Prens Can, gülümseyerek Zoltan'a yaklaşmış. "Güç, kötülükle değil, iyilikle kazanılır. Sevgi ve cesaret her zaman karanlığı yener."
O anda, mağaranın ortasında bir ışık huzmesi yükselmiş ve Sihirli Taç ortaya çıkmış. Taç, altınla işlenmiş ve parıl parıl parlıyormuş. Prens Can, tacı eline almış ve Zalim Zoltan bir anda gücünü kaybedip mağaradan kaçmış.
Prens Can, tacı alarak mağaradan çıkmış. Dışarıda, krallık halkı ve ailesi onu bekliyormuş. Herkes, Prens Can’ın geri dönüşünü büyük bir coşkuyla kutlamış.
Kral Hasan, oğlunun tacı aldığını görünce çok mutlu olmuş. "Oğlum, sen artık gerçek bir kralsın. Cesaretin, bilgin ve iyilik dolu kalbinle bu krallığı en iyi şekilde yöneteceksin," demiş gururla.
Prens Can, tahta oturduğunda halkına şu sözlerle seslenmiş: "Bu krallık, sadece benim değil, hepimizin. Birlikte çalışarak, sevgi ve iyilikle daha güçlü olacağız. Herkesin huzur içinde yaşadığı bir krallık yaratacağız."
Ve o günden sonra Mutluluklar Krallığı, Prens Can’ın adil yönetimiyle daha da mutlu bir yer olmuş. Prens Can, hem krallığını hem de halkını her zaman sevgiyle korumuş.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Arkadaşlarınla Paylaş