Bir zamanlar, uzak diyarlardaki yemyeşil bir vadide, herkesin "Renkli Taşlar Vadisi" dediği büyülü bir yer vardı. Bu vadide, neredeyse her taşın parlak bir rengi ve kendine has bir ışıltısı vardı. Taşlar, sabah güneşiyle parladığında, vadinin her köşesi gökkuşağının bütün renklerine bürünürdü. İşte bu vadide, küçük ve meraklı bir prens yaşardı. Adı Arin'di. Arin, diğer prenslerden çok farklıydı. Onun en büyük tutkusu, keşif yapmaktı. Sarayın görkemli odalarında oturup altın kupalardan su içmek yerine, her sabah erkenden uyanır, sırtına küçük keşif çantasını takar ve vadide uzun yürüyüşlere çıkardı.
Bir gün, Arin vadinin daha önce hiç gitmediği kuzey ucuna doğru yürümeye karar verdi. Bu bölge, sarayın yaşlı danışmanı tarafından "Gizemli Orman" olarak adlandırılıyordu. Danışman, ormanın derinliklerinde kimsenin çözemediği sırlar olduğunu söylerdi, ama Arin bu tür hikâyeleri duydukça daha da meraklanırdı. Keşif çantasına biraz yiyecek, bir büyüteç, bir not defteri ve küçük bir fener koyarak yola koyuldu.
Ormana doğru ilerlerken, önce vadinin renkli taşlarından birkaçını topladı. Her taşın üzerine küçük bir işaret koyarak hangi bölgeden aldığını not etti. Yol boyunca karşılaştığı kuşlara selam verdi, bir sincabın ona eşlik etmesine izin verdi ve hatta küçük bir dere kenarında mola vererek ayaklarını suya soktu. Arin, doğayı çok severdi. Ona göre her çiçek, her yaprak ve hatta her taş, anlatılmayı bekleyen bir hikâyeye sahipti.
Ormana vardığında, ağaçların gökyüzünü tamamen kapattığını fark etti. İçerisi biraz karanlık olsa da Arin korkmadı. Çünkü yanına aldığı feneri tam da böyle bir durum için hazırlamıştı. Ormanın içinde ilerlerken, yerdeki garip izler dikkatini çekti. Bu izler, ne bir hayvana ne de bir insana aitti. İzler, yuvarlak ve parıltılıydı, sanki bir yıldız yere düşmüş de yürümeye başlamış gibiydi. Arin, izleri takip etmeye karar verdi.
Bir süre sonra, izler onu büyük bir ağacın altına götürdü. Bu ağaç, diğerlerinden çok farklıydı. Gövdesi gümüş gibi parlıyordu ve dallarında rengârenk ışıklar yanıp sönüyordu. Ağacın dibinde ise küçük bir kapı vardı. Kapının üzerinde, "Merak edenler için bir yol, korkanlar için bir durak" yazıyordu. Arin, bu yazıyı okur okumaz heyecanlandı. Kapıyı dikkatlice açtı ve içeriden hafif bir ışık sızmaya başladığını gördü.
Kapıdan geçtiği anda kendini bambaşka bir yerde buldu. Gökyüzü, mor ve altın rengindeydi. Yerde ise yumuşacık, ışıldayan bir çim vardı. Arin etrafına bakarken bir ses duydu. "Hoş geldin, küçük kaşif!" Sesin sahibi, minik bir yaratık olan Lumo'ydu. Lumo, parlak kanatları olan, yaklaşık bir elma büyüklüğünde tuhaf bir canlıydı. Gözleri yıldız gibi parlıyordu ve sesi şarkı söyler gibi tınlıyordu.
Arin, Lumo ile tanıştığı için çok mutlu oldu. Lumo ona bu yerin "Hayal Diyarı" olduğunu anlattı. Bu diyar, insanların hayal güçlerinden besleniyordu. Eğer bir çocuk bir şey hayal ederse, bu diyarda gerçeğe dönüşüyordu. Arin, etrafına baktığında devasa uçan balıklar, yürüyen çiçekler ve kendi kendine dans eden taşlar gördü. "Bunların hepsi hayallerden mi oluştu?" diye sordu. Lumo, "Evet, ama son zamanlarda burası eskisi kadar renkli değil. Çünkü insanlar artık hayal kurmayı unutuyor," diye yanıtladı.
Arin, Lumo'nun üzüldüğünü görünce ona yardım etmeye karar verdi. "Hayal Diyarı'nı yeniden canlandırmak için ne yapmam gerekiyor?" diye sordu. Lumo, "Bize yeni hayaller getirmen yeterli! Ama bu hayaller sıradan olmamalı. Özgün, cesur ve yaratıcı olmalı!" dedi.
Arin, bu görevi kabul etti. İlk olarak, kendi hayal gücünü kullanarak birkaç fikir buldu. Mesela, konuşan yıldızlar, bir gökkuşağı treni ve dans eden dağlar hayal etti. Ama bunlar yetmedi. Lumo, "Daha fazlasına ihtiyacımız var. Diğer çocukların hayallerine de ihtiyacımız var!" dedi.
Arin, Hayal Diyarı'ndan ayrılmadan önce Lumo'ya söz verdi: Tüm çocuklara hayal kurmanın ne kadar önemli olduğunu anlatacaktı. Böylece, herkes kendi hayallerini paylaşacak ve Hayal Diyarı yeniden canlanacaktı. Arin, vadiye geri döndüğünde hemen bir plan yaptı. Çocuklarla bir araya geldi ve onlara Hayal Diyarı'ndan bahsetti. Onlara, hayal kurmanın sadece eğlenceli değil, aynı zamanda çok güçlü bir şey olduğunu anlattı. Çocuklar, Arin'in hikâyesine bayıldı ve kendi hayallerini paylaşmaya başladı. Biri uçan kitapları hayal etti, biri çikolata yağan bulutları, bir diğeri ise müzik yapan ağaçları.
Arin, çocukların hayallerini topladıktan sonra tekrar Gizemli Orman'a gitti. Bu kez yanında bir sürü küçük not defteri vardı. Hayal Diyarı'na geçtiğinde, Lumo'ya bu hayalleri verdi. Diyar anında canlanmaya başladı. Renkler daha da parlaklaştı, uçan balıklar daha yükseğe süzüldü ve tüm diyar adeta bir şenlik yerine döndü.
Arin, Lumo'ya veda ederken, "Bu bir son değil, başlangıç. Daha çok hayal getireceğim," dedi. Eve döndüğünde, artık sadece bir prens değildi. O, çocukların hayal kurmaya devam etmesini sağlayan bir "Hayal Elçisi" olmuştu. Ve böylece, Renkli Taşlar Vadisi her zamankinden daha renkli, daha canlı ve daha mutlu bir yer haline geldi. Çünkü insanlar hayal kurmayı yeniden öğrenmişti.
Arkadaşlarınla Paylaş