Bir varmış bir yokmuş, çok eski zamanlarda küçük bir kasabada Elif adında meraklı ve sevimli bir kız çocuğu yaşarmış. Elif altı yaşında, kocaman yeşil gözleri olan, her zaman etrafındaki dünyayı anlamaya çalışan bir çocukmuş. Ailesi ve arkadaşları onu çok severmiş çünkü Elif her zaman güleryüzlü, yardımsever ve anlayışlı bir çocukmuş.
Elif'in yaşadığı kasaba, farklı dinlere ve kültürlere mensup insanların bir arada yaşadığı renkli bir yermiş. Kasabanın bir ucunda cami, diğer ucunda kilise, ortasında ise sinagog varmış. İnsanlar genellikle barış içinde yaşarmış ama bazen de aralarında anlaşmazlıklar çıkarmış.
Bir gün Elif, en yakın arkadaşı Ayşe ile birlikte parka gitmiş. Parkta oynarken, yanlarına Sarah adında yeni bir kız gelmiş. Sarah, kasabaya yeni taşınmış bir ailenin kızıymış ve hiç arkadaşı yokmuş. Elif ve Ayşe hemen Sarah'yı oyunlarına davet etmişler.
Oyun oynarken Sarah, "Ben Yahudiyim, siz de Yahudi misiniz?" diye sormuş. Elif, "Hayır, biz Müslümanız," diye cevap vermiş. Ayşe ise biraz çekingen bir şekilde, "Annem Yahudilerle oynamamı istemiyor," demiş.
Elif şaşırmış ve üzülmüş. "Neden?" diye sormuş Ayşe'ye. Ayşe, "Bilmiyorum, annem öyle söylüyor," demiş. Sarah da üzülmüş görünüyormuş.
Elif, bu durumu anlamak için eve döndüğünde babaannesine sormaya karar vermiş. Babaannesi çok bilge bir kadınmış ve her zaman Elif'in sorularına güzel cevaplar verirmiş.
"Babaanneciğim," demiş Elif, "Bugün parkta yeni bir arkadaş edindim, adı Sarah ve o Yahudiymiş. Ama Ayşe onunla oynamak istemedi çünkü annesi Yahudilerle oynamasını istemiyormuş. Neden böyle?"
Babaannesi derin bir nefes alıp Elif'i yanına oturtmuş. "Canım torunum," demiş, "Bazen insanlar, tanımadıkları veya anlamadıkları şeylerden korkarlar. Bu korku da onların yanlış düşünmelerine ve davranmalarına neden olabilir. Ama İslam dini bize çok önemli bir şey öğretir: hoşgörü."
Elif merakla sormuş: "Hoşgörü ne demek babaanneciğim?"
Babaannesi gülümseyerek anlatmaya başlamış: "Hoşgörü, insanları oldukları gibi kabul etmek, farklılıklarına saygı duymak demektir. İslam dini bize, tüm insanların Allah'ın kulları olduğunu ve hepsine saygı göstermemiz gerektiğini öğretir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de hayatı boyunca farklı dinlere mensup insanlara hep saygı ve hoşgörüyle yaklaşmıştır."
Elif dikkatle dinliyormuş. "Peki babaanneciğim, Hz. Muhammed nasıl davranırmış farklı dinlerden insanlara?"
Babaannesi anlatmaya devam etmiş: "Peygamber Efendimiz, Medine'de yaşarken orada Yahudiler ve diğer din mensupları da varmış. O, herkese adil davranır, kimseyi inancından dolayı dışlamazmış. Hatta bir gün, bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkmış ve saygı göstermiş. Yanındakiler şaşırıp neden böyle yaptığını sorduklarında, 'O da bir can değil mi?' diye cevap vermiş."
Elif'in gözleri parlamış, "Ne kadar güzel bir davranış! Ben de öyle olmak istiyorum babaanneciğim!"
Babaannesi sevgiyle gülümsemiş, "Aferin benim akıllı torunuma. İşte İslam'ın güzelliği ve hoşgörüsü budur. Herkese sevgiyle yaklaşmak, kimseyi dışlamamak çok önemlidir."
Elif düşünceli bir şekilde sormuş: "Peki ben ne yapabilirim babaanneciğim? Ayşe'ye ve annesine bunu nasıl anlatabilirim?"
Babaannesi Elif'in saçlarını okşamış ve şöyle demiş: "En güzel öğretme yöntemi örnek olmaktır, canım. Sen Sarah ile arkadaşlık yapmaya devam et. Ayşe ve diğer arkadaşların senin bu davranışını görünce, onlar da zamanla anlayacaklardır. Ayrıca, sana İslam'ın hoşgörüsünü anlatan güzel bir hikâye anlatayım. Bu hikâyeyi Ayşe'ye de anlatabilirsin."
Elif heyecanla, "Evet, lütfen anlat babaanneciğim!" demiş.
Babaannesi anlatmaya başlamış: "Bir zamanlar, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yaşadığı Medine şehrinde yaşlı ve huysuz bir adam varmış. Bu adam her gün Peygamber Efendimizin evinin önünden geçerken ona kötü sözler söyler, hatta bazen çöp atarmış. Ama Peygamber Efendimiz ona hiç kızmaz, hep gülümseyerek selam verirmiş."
"Bir gün, Peygamber Efendimiz bu yaşlı adamı görememiş. Merak edip sormuş, 'Acaba o yaşlı adama bir şey mi oldu?' diye. Öğrenmiş ki adam hastalanmış. Peygamber Efendimiz hemen adamın evine gitmiş, ona geçmiş olsun demiş ve bir ihtiyacı olup olmadığını sormuş."
"Yaşlı adam çok şaşırmış. Yıllardır kötü davrandığı kişinin kendisini ziyaret etmesine, üstelik bu kadar nazik davranmasına inanamamış. Utanarak özür dilemiş ve 'Ben yıllarca sana kötü davrandım, sen ise bana iyilikle karşılık verdin. İşte gerçek ahlak, gerçek hoşgörü budur,' demiş."
Elif bu hikâyeyi büyük bir ilgiyle dinlemiş ve "Ne güzel bir hikâye babaanneciğim! Demek ki İslam bize kötülüğe bile iyilikle karşılık vermeyi öğretiyor," demiş.
Babaannesi, "Evet Elif'ciğim, çok doğru anlamışsın. İslam bize sadece ibadet etmeyi değil, aynı zamanda güzel ahlaklı olmayı, herkese karşı hoşgörülü ve anlayışlı olmayı da öğretir," diye cevap vermiş.
Elif düşünceli bir şekilde, "Babaanneciğim, yarın Sarah ve Ayşe'yi buraya davet edebilir miyim? Belki onlara da bu güzel hikâyeyi anlatırsın, birlikte oyunlar oynarız," diye sormuş.
Babaannesi sevinçle, "Tabii ki canım, ne güzel bir fikir! Onlara nefis kurabiyeler de yaparız," demiş.
Ertesi gün Elif, Sarah ve Ayşe'yi evine davet etmiş. Babaannesi onlara hoşgörü ve sevgi dolu hikâyeler anlatmış, birlikte kurabiye yapmışlar ve oyunlar oynamışlar. Ayşe, Sarah'nın aslında kendisi gibi sıradan bir kız çocuğu olduğunu görmüş ve onunla arkadaş olmaktan çekinmemeye başlamış.
Günler geçtikçe, Elif'in bu davranışı tüm kasabada duyulmuş. İnsanlar, küçük bir kız çocuğunun gösterdiği bu hoşgörü ve sevgiden çok etkilenmişler. Yavaş yavaş, kasabadaki diğer çocuklar da Elif'i örnek almaya başlamışlar.
Bir gün, kasabanın meydanında büyük bir festival düzenlenmiş. Bu festivalde her dinden insan bir araya gelmiş, kendi kültürlerinden yemekler yapmış, şarkılar söylemiş ve oyunlar oynamış. Elif, Sarah ve Ayşe de bu festivalde en ön sırada, el ele tutuşarak dans etmişler.
Kasabanın yaşlıları bu manzarayı görünce çok duygulanmışlar. Belediye başkanı, Elif'i sahneye çağırmış ve ona 'Hoşgörü Meleği' ödülünü vermiş. Elif ödülü alırken şöyle demiş: "Bu ödülü, bana İslam'ın güzelliğini ve hoşgörüsünü öğreten sevgili babaanneme armağan ediyorum. O bana öğretti ki, farklılıklarımız bizi ayırmaz, aksine zenginleştirir. Hepimiz aynı gökyüzüne bakıyoruz, aynı dünyada yaşıyoruz. Birbirimizi sevmekten ve anlamaktan başka çaremiz yok."
Bu konuşma üzerine tüm kasaba halkı ayakta alkışlamış Elif'i. O günden sonra kasabada farklı dinlerden insanlar arasındaki ilişkiler daha da güzelleşmiş. İnsanlar birbirlerinin bayramlarını kutlamaya, birbirlerinin sevinçlerine ve üzüntülerine ortak olmaya başlamışlar.
Elif büyüdükçe, babaannesinden öğrendiği İslam'ın hoşgörü ve sevgi dolu öğretilerini çevresindeki insanlarla paylaşmaya devam etmiş. Okulunda, işinde ve sosyal hayatında hep bu değerleri yaşatmış ve yaymış.
Yıllar sonra Elif, üniversitede 'Dinler Arası Diyalog' dersleri veren saygın bir profesör olmuş. Dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilere, kendi çocukluğundan başlayarak İslam'ın hoşgörü ve sevgi dolu yönlerini anlatırmış.
Her dersinin sonunda da öğrencilerine şöyle dermiş: "Farklılıklarımızı korkmadan kucaklayalım, çünkü gerçek zenginlik ve güzellik bu farklılıklardadır."
Ve böylece Elif, küçük yaşta başlayan hoşgörü ve sevgi dolu yolculuğu sayesinde, sadece kendi kasabasının değil, dünyanın dört bir yanındaki insanların hayatına dokunmayı başarmış. İslam'ın öğrettiği sevgi, saygı, hoşgörü ve bilgelik sayesinde, pek çok insan daha mutlu ve huzurlu bir şekilde bir arada yaşamayı öğrenmiş.
Bu masal da burada sona ermiş. Ama İslam'ın güzellikleri ve hoşgörüsü, Elif ve onun gibi iyi insanlar sayesinde sonsuza kadar yaşamaya ve yayılmaya devam etmiş.
Arkadaşlarınla Paylaş