

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, rüzgârın narin yapraklarla fısıldadığı, gökyüzünün yıldızlarla süslendiği, minicik bir köy varmış. Bu köyde minik Ela adında, meraklı ve cesur bir kız çocuğu yaşarmış. Ela, günlerini ormanda, yaprakların arasında oyun oynayarak, tatlı hayvan dostlarıyla sohbet ederek geçirirmiş. Gece olduğunda ise annesinin anlattığı masallarla rüyalar alemine dalarmış.
Bir gece, Ela yatağında gözlerini kapatırken, odasının penceresinden ışıldayan ay ışığı içeri süzülmüş. Sanki ona özel bir davetiyedir bu ışık Ela, yataktan usul usul kalkıp, penceresini aralamış. Bahçesine adımını attığında parıldayan toz zerreciklerinin nasıl da havada dans ettiğini görmüş. Bu sihirli toz zerrecikleri, küçük kızı bilinmez diyarların kapılarına yönlendirmek üzereymiş. Ela yavaşça, merakla bu tozlar peşinden gitmeye karar vermiş.

Toz zerrecikleri onu, köyün hemen dışındaki yemyeşil ormana götürmüş. Ormanda ilerledikçe, ağaçların dallarından kuş sesleri, cıvıl cıvıl hayvan konuşmaları ve yaprakların hışırtısı Ela’nın kulaklarına neşeyle fısıldamaya başlamış. Yolun kenarında rengarenk çiçeklerin arasında, minik bir tavşan görmüş. Bu tavşan, altın tüyleri ve parlak gözleriyle Ela’ya gülümsüyormuş. “Benim adım Pofuduk,” demiş tavşan. “Seni bekliyorduk. Ayışığı Ormanı’na hoş geldin!”
Ela, Pofuduk’un yanında yürümeye başlamış. Yürüyüşleri sırasında ormanın derinliklerinde konuşan ağaçları, dans eden kelebekleri ve çalıların arasında kısık sesle melodiler söyleyen su perilerini görmüş. Her yaratık, Ela’ya çevresindeki doğanın sırlarını öğretiyormuş. O, bu dost canlılarla birlikte gülmeyi, şarkı söylemeyi ve birbirlerine yardım etmeyi öğrenmiş.

Yolculukları bir nehir kıyısına kadar sürmüş. Nehrin suyu, ay ışığının yumuşak dokunuşunda gümüş gibi parıldıyor, minik dalgacıklarıyla kucağında gizemli hikayeler fısıldıyormuş. Nehrin kenarında, suyun üzerinde yüzen minik bir sal gibi duran, parıldayan bir tekne görmüşler. Teknenin içinde, gülümseyen ve bilge sakallı yaşlı bir kaplumbağa oturuyormuş. “Benim adım Maviş,” demiş kaplumbağa. “Bu tekne Ayışığı Adası’na giden sihirli bir yolculuğun başlangıcıdır.”
Ela ve Pofuduk, Maviş’in yanına oturmuşlar. Teknenin yavaşça hareket etmesiyle, üçü de yumuşak bir serüvene doğru akmaya başlamış. Nehrin kenarındaki tüm canlılar, onlara uğurlayıp iyi yolculuklar diliyormuş. Teknede geçirdikleri zaman boyunca, Maviş onlara evrenin sırları, doğanın döngüsü ve gecenin güzellikleri hakkında hikayeler anlatmış. Yaşlı kaplumbağa, “Her yıldızın bir hikayesi, her rüzgarın bir melodisi vardır,” diyerek onlara doğanın ne kadar zengin ve sihirli olduğunu anlatmış.

Uzun bir yolculuktan sonra, tekne nihayet Ayışığı Adası’na ulaşmış. Ada, adını gerçekten hak ediyormuş çünkü gece vakti, tüm adayı saran ay ışığı, her yeri nazikçe aydınlatıyor, adeta rüya gibi bir atmosfer yaratıyormuş. Ayışığı Adası’nın kıyısında, Ela, Pofuduk ve Maviş, kocaman bir meşe ağacının altında dinlenmiş. Bu ağacın dalları, adeta zamanı durdururcasına sakin ve huzurlu görünüyormuş. Ağacın etrafında toplanmış diğer dost canlılar da varmış minik sincaplar, yumuşacık güvercinler, hatta uzun boyunlu zarif bir geyik bile onlara katılmış. Herkesin yüzünde huzur, kalplerinde neşe varmış.

Ada sakinleri, Ela’ya evlerinin ne kadar özel, ne kadar değerli olduğunu, gece rüyalarının her zaman umut ve mutluluğa kapı araladığını anlatan eski bir masal dinletmişler. Masalda, her çocuk gece uyumadan önce kalbinde umut taşımalı, yarın için cesaret beslemeliymiş. Doğa ve tüm canlılar birbirine bağlıymış herkes birbirine yardım edermiş. Ela, bu masalın büyüsüne kapılmış, kalbine derin bir sıcacıklık yerleşmiş.

Bir süre sonra, Maviş, “Artık evine dönme zamanı geldi,” diyerek gülümsemiş. Çünkü her maceranın bir zamanı olduğu gibi, her rüyanın bittikten sonra uyanma vakti de gelirmiş. Ada sakinleri, Ela’ya vedalaşırken, “Kalbin her zaman bu adanın ışığına açık olsun, sevgili dostumuz,” demişler. Pofuduk, Ela’nın elini sımsıkı tutarak, “Ne zaman istersen bize gelebilirsin, biz seninle birlikte bu masal diyarında olacağız,” demiş.

Tekne yeniden nehir boyunca akmaya başlamış. Maviş’in anlattığı hikayeler, Ela’ya evine olan yolculuğun bir parçası olduğunu hatırlatmış. Nehirde süzülen suyun melodisi, yavaşça uykuya dalan bir çocuk gibi Ela’nın gözlerini ağırlaştırmış. Zaman akıp giderken, Ela mışıl mışıl uykuya dalmış. Nehrin şarkısı, yıldızların dansı ve ormanda rüzgarın fısıldadığı masallar, onun rüyalarında sürüp giden güzel anılar olmuş.

Ertesi sabah, Ela, kendi odasında uyanmış ve her şeyin bir rüya olduğunu sandığı o unutulmaz serüveni hatırlamış. Ancak kalbindeki o sıcaklık, ormandaki dostları, Maviş’in bilge sözlerini ve Ayışığı Adası’ndaki o büyülü anları hiçbir zaman unutmasını sağlamıştı. Ela, artık her gece uyumadan önce, kalbine umut ekmeyi, rüyalarının büyülü dünyasında gezmeyi ve doğanın her bir parçasından bir şeyler öğrenmeyi alışkanlık haline getirmiş.

Böylece, minik Ela’nın hayatı, her uyanışında yeni bir heyecan, her gece uykuya dalışında da yeni bir umutla dolmuş. O artık sadece kendi köyünde değil, sihirli diyarların hikayelerinde de bir parça olmuş tıpkı doğanın her anında hissettiğimiz o masalsı büyü gibi. Her sabah gözlerini açarken, dünyaya merakla bakmayı, ormandaki her sesi, rüzgârın ve suyun melodisini dinlemeyi öğrenmiş. Çünkü biliyormuş ki, yaşamın her anı, öğrenilecek yeni bir masal, keşfedilecek yeni bir dünya barındırırmış.

Ve böylece, Ela’nın macerası, sevgi, dostluk, doğa ve hayal gücünün birleştiği, mutlu sonla biten bir hikayeye dönüşmüş. Her gece uykuya dalarken, kalbinde taşıdığı o umut dolu masal, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yeniden başlayacak, yeni rüyalar, yeni maceralar ve yeni dostluklar ona eşlik edecekti. Tüm çocuklara duyurulur ki, kalpleri temiz, yürekleri umut dolu olan her çocuk, kendi masal diyarını yaratabilir yeter ki gözlerini kapatıp, hayal güçlerinin kanatlarına binerek uçmayı bilsinler. Ve işte, her masalın sonunda, mutluluğa ulaşmak daima mümkündür…
Arkadaşlarınla Paylaş