Bir varmış, bir yokmuş... Uzak diyarlarda, yeşil ormanlar ve masmavi göllerle çevrili büyük bir krallık varmış. Bu krallığın adı “Altın Krallık”mış. Altın Krallık’ta herkes huzur içinde yaşar, her sabah güneş doğduğunda insanlar tarlalarında çalışır, hayvanlarını otlatır, şarkılar söyleyip oyunlar oynarmış. Altın Krallık’ın kralı bilge ve adil bir hükümdarmış. Oğlu Prens Deniz ise cesur, meraklı ve iyilik dolu bir kalbe sahipmiş.
Prens Deniz, krallığının dört bir yanını gezip, halkın dertlerini dinlemeyi severmiş. Herkesin yardımına koşar, sıkıntılarını çözmek için elinden geleni yaparmış. Bir gün, Prens Deniz’e bir haber gelmiş. Krallığın uzak sınırındaki bir köyde tuhaf olaylar yaşanmaya başlamış. İnsanlar geceleri garip sesler duyuyor, ekinler bir türlü büyümüyor ve köyün hayvanları kayboluyormuş. Köylüler çok korkmuş, ne yapacaklarını bilemez hale gelmişler.
Prens Deniz, babası Kral’dan izin alarak bu gizemli olayları çözmek için yola koyulmuş. Yanına en yakın arkadaşı ve danışmanı olan sadık köpeği Kara’yı da almış. Yolculuk uzun ve zorluymuş, fakat Prens Deniz kararlıymış. Ormanları geçip dağları aşarken, karşısına yardım isteyen her canlıya el uzatmayı da ihmal etmemiş. Bir gün yolculuğu sırasında yaşlı bir adamla karşılaşmış. Adam, yol kenarında oturuyor ve yüzünden yorgunluk okunuyormuş.
Prens Deniz, adama yaklaşarak, “Merhaba, ihtiyar. Yardıma ihtiyacın var mı?” diye sormuş.
Yaşlı adam başını kaldırıp gülümsemiş. “Ah, evlat. Çok naziksin. Evet, aslında biraz yardıma ihtiyacım var. Bu ağır torbaları taşımakta zorlanıyorum,” demiş. Prens Deniz, hemen adamın torbalarını alıp ona yardım etmiş. Yaşlı adam minnettar bir şekilde başını sallamış. “Sen çok iyi bir prenssin. Bu iyiliğini asla unutmayacağım,” demiş ve bir değnek hediye etmiş. “Bu değnek, zor zamanlarında sana yardımcı olacak. Ama onu doğru zamanda kullanmayı bilmelisin.”
Prens Deniz, yaşlı adamın hediyesini kabul etmiş ve teşekkür ederek yoluna devam etmiş. Kara da neşeyle kuyruğunu sallayarak prensi takip etmiş. Yolculuk boyunca pek çok kişiyle karşılaşmışlar, her biri Prens Deniz’e yeni bir şey öğretmiş. Fakat en zorlu sınav, köye yaklaştıklarında onları bekliyormuş.
Köye vardıklarında, köylüler çok korkmuş haldelerdi. Prens Deniz, köyün ileri gelenlerinden biri olan Derviş Amca ile konuşmuş. Derviş Amca, Prens’e tuhaf olayları anlatırken elleri titriyormuş. “Gece olduğunda ormanda garip sesler duyuyoruz. Hayvanlarımız birer birer kayboluyor. Ekinlerimizi ekerken toprak kuruyor, sanki büyüyü bozan bir şey var,” demiş.
Prens Deniz, köylülere cesur olmalarını ve korkmamalarını söylemiş. Ardından, Kara’yı yanına alıp ormanın derinliklerine doğru yürümüş. Ormanda ilerlerken, ağaçların arasından bir parıltı dikkatini çekmiş. O tarafa doğru yaklaştıklarında, küçük bir mağaraya varmışlar. Mağaranın girişinde büyük bir taş kapı duruyormuş ve bu kapı tuhaf işaretlerle kaplıymış.
Prens Deniz, taş kapının önünde durup düşünmeye başlamış. O sırada cebindeki yaşlı adamın verdiği değnek ışıldamaya başlamış. “Bu değnek şimdi işimize yarayacak,” demiş Prens Deniz ve değneği taş kapıya doğru uzatmış. Bir anda kapı kendiliğinden açılmış ve içeriden hafif bir rüzgar esmeye başlamış. Prens Deniz ve Kara, cesurca mağaraya girmişler.
Mağaranın içinde ilerledikçe, tuhaf bir ışık kaynağına yaklaşmışlar. O ışık, dev bir kristalden geliyormuş. Kristalin etrafında dolaşan kara bulutlar, köylülerin tarlalarını ve hayvanlarını etkileyen karanlık güçlerin kaynağıymış. Prens Deniz, kristale yaklaştığında içinden bir ses duymuş: “Bu karanlık ancak gerçek cesaretle ve iyilikle yok edilebilir.”
Prens Deniz, kristalin içine doğru bakarken, içindeki iyilik ve cesaretle dolup taşmış. Eliyle kristale dokunmuş ve bir anda tüm mağara ışıkla dolmuş. Kristali çevreleyen kara bulutlar hızla kaybolmuş, mağaranın içi ışıldayan bir cennete dönüşmüş. Kara kuyruğunu sallayarak neşeyle havlamaya başlamış. Prens Deniz, başardığını anlamış ve hemen köye geri dönmüş.
Köye vardıklarında, köylüler şaşkınlık içinde Prens Deniz’i karşılamışlar. Geceleri duyulan sesler kesilmiş, ekinler yeşermeye başlamış ve kaybolan hayvanlar geri dönmüş. Köylüler, Prens Deniz’e teşekkür ederek ona minnettarlıklarını sunmuşlar. Prens Deniz ise alçakgönüllü bir şekilde, “Ben sadece iyilik yapmak ve halkıma yardım etmek için buradayım,” demiş.
Prens Deniz’in bu cesareti ve iyiliği, Altın Krallık’ta hızla yayılmış. Kral, oğluyla gurur duymuş ve ona krallığın gelecekteki hükümdarı olacağını söylemiş. Prens Deniz, krallığını adalet, iyilik ve cesaretle yönetmeye söz vermiş.
Günler, aylar geçmiş. Prens Deniz, halkı için her zaman en iyisini yapmaya devam etmiş. Köydeki tuhaf olaylar tamamen bitmiş, köylüler yeniden huzur içinde yaşamaya başlamış. Altın Krallık’ta herkes mutlu ve güvende yaşamaya devam etmiş.
Ve böylece, Prens Deniz’in cesareti ve iyiliği sayesinde krallık sonsuza kadar barış ve huzur içinde yaşamış.
Gökten üç elma düşmüş; biri bu masalı anlatan Prens Deniz’e, biri cesur köpeği Kara’ya ve biri de bu masalı dinleyen sana...
Son.
Arkadaşlarınla Paylaş