Bir zamanlar, yemyeşil ormanlarla çevrili, masmavi bir gölün kıyısında kurulmuş güzel bir krallık vardı. Bu krallığın en sevilen insanı, Kral ve Kraliçe'nin biricik kızları Prenses Ela'ydı. Ela, altın sarısı saçları, zümrüt yeşili gözleri ve kocaman kalbiyle tanınırdı. Ancak onu diğer prenseslerden ayıran en önemli özelliği, kitaplara olan düşkünlüğü ve öğrenme merakıydı.
Prenses Ela, sarayın büyük kütüphanesinde saatler geçirir, her konuda kitap okur ve yeni şeyler öğrenmeye bayılırdı. Babası Kral, ona sık sık "Bilgi en değerli hazinedir, kızım. Onu toplamaya devam et," derdi. Ela da bu sözleri hiç unutmaz, her gün yeni bir şey öğrenmeye çalışırdı.
Bir gün, krallıkta garip olaylar olmaya başladı. Önce bahçedeki çiçekler solmaya başladı. Ardından, göldeki sular yavaş yavaş çekilmeye başladı. En sonunda da güneş, kalın gri bulutların arkasına saklandı ve bir daha çıkmadı. Krallık halkı endişelenmeye başlamıştı.
Kral ve Kraliçe, bu duruma bir çözüm bulmak için ülkenin en bilge insanlarını saraya çağırdı. Ancak hiçbiri bu garip olayların nedenini açıklayamadı. Prenses Ela, anne ve babasının üzüntüsünü görünce, "Ben bir çözüm bulabilirim!" dedi.
Kral, kızının cesaretine hayran kaldı ama aynı zamanda endişelendi. "Sevgili kızım, sen daha çok küçüksün. Bu çok tehlikeli bir görev olabilir," dedi. Ancak Ela kararlıydı. "Baba, kütüphanede okuduğum tüm kitaplar bana yardımcı olacak. Lütfen bana güven," diye ısrar etti.
Kraliçe, Ela'nın gözlerindeki kararlılığı görünce, "Belki de kızımıza bir şans vermeliyiz," dedi. Kral, derin bir nefes alıp düşündükten sonra kabul etti. "Peki, Ela. Ama yanına güvenilir bir yardımcı almalısın," dedi.
Ela hemen en yakın arkadaşı, sarayın bahçıvanının kızı Defne'yi düşündü. Defne, doğayı ve hayvanları çok iyi tanıyan, cesur bir kızdı. İki arkadaş hemen yolculuk hazırlıklarına başladı.
Ertesi sabah şafak sökerken, Prenses Ela ve Defne yola çıktılar. Yanlarına sadece bir çanta dolusu kitap, biraz yiyecek ve su almışlardı. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, Ela sürekli kitaplarına bakıyor, ipuçları arıyordu.
Öğle vakti, bir açıklığa vardılar. Burada, daha önce hiç görmedikleri türde, dev bir ağaç vardı. Ağacın dalları gökyüzüne uzanıyor, yaprakları ise gökkuşağının tüm renklerini taşıyordu. Ağacın dibinde, yaşlı ve bilge görünümlü bir kaplumbağa oturuyordu.
Ela ve Defne kaplumbağaya yaklaşıp selam verdiler. Kaplumbağa gülümseyerek, "Hoş geldiniz küçük gezginler. Adım Bilge. Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu.
Ela hemen krallıklarında olan biteni anlattı. Bilge kaplumbağa derin bir iç çekti. "Ah, demek Keder Cadısı yine iş başında," dedi. "Kim bu Keder Cadısı?" diye sordu Defne merakla.
Bilge anlatmaya başladı: "Keder Cadısı, mutsuzluk ve üzüntüden beslenen kötü kalpli bir büyücüdür. Gittiği her yerde neşe ve mutluluğu çalar, yerine keder ve mutsuzluk bırakır. Sizin krallığınızı da hedef almış anlaşılan."
Ela hemen sordu: "Peki onu nasıl durdurabiliriz?" Bilge kaplumbağa gülümsedi. "İşte tam da bu yüzden siz buradasınız. Keder Cadısı'nı ancak saf bir kalp ve gerçek neşe yenebilir. Size bu konuda yardımcı olacak üç görev vereceğim. Bu görevleri başarıyla tamamlarsanız, Keder Cadısı'nı yenecek gücü kazanacaksınız."
İki arkadaş heyecanla birbirlerine baktılar. "Hazırız!" dediler bir ağızdan. Bilge kaplumbağa ilk görevi açıkladı: "Önce, Gülümseyen Çiçek'i bulmalısınız. Bu çiçek o kadar nadirdir ki, sadece en saf kalpli insanların yanında açar."
Ela ve Defne hemen yola koyuldular. Saatlerce aradıktan sonra, küçük bir derenin kenarında, pembe yapraklı, ortasında gülen bir yüz olan bir çiçek buldular. Çiçeğe yaklaştıkça, içlerinde tarifi imkansız bir mutluluk hissettiler.
İkinci görev için Bilge'nin yanına döndüler. "Şimdi, Kahkaha Kuşu'nun tüyünü bulmalısınız," dedi Bilge. "Bu kuş öyle bir öter ki, sesini duyan herkes gülmeye başlar."
Bu görev daha zordu. Günlerce ormanın derinliklerinde dolaştılar. Sonunda, bir ağacın tepesinde gördükleri parlak, renkli bir kuşun sesini duydular. Kuşun kahkahası o kadar neşeliydi ki, Ela ve Defne kendilerini yerde bulana kadar güldüler. Kuş, onların bu içten gülüşünü görünce, bir tüyünü hediye etti.
Son görev için sabırsızlanan ikili, Bilge'ye koştular. Kaplumbağa onlara gülümseyerek baktı. "Son göreviniz, Neşe Pınarı'ndan bir şişe su doldurmak. Bu pınar, sadece gerçekten mutlu olan insanlara görünür."
Ela ve Defne günlerce aradılar ama pınarı bulamadılar. Tam ümitsizliğe kapılacakken, Ela bir fikir buldu. "Belki de pınarı bulmak için mutlu anılarımızı hatırlamalıyız," dedi. İki arkadaş oturup en güzel anılarını paylaşmaya başladılar. Gülerken ve tatlı anıları yâd ederken, yanlarında kristal berraklığında bir pınar belirdi.
Üç görevi de tamamlayan Ela ve Defne, sevinçle Bilge'nin yanına döndüler. Bilge onlara, "Artık Keder Cadısı'nı yenecek güce sahipsiniz. Gülümseyen Çiçek size neşe, Kahkaha Kuşu'nun tüyü kahkaha ve Neşe Pınarı'nın suyu mutluluk verecek. Bu üçü bir araya geldiğinde, Keder Cadısı'nın büyüsünü bozacak."
Ela ve Defne, Bilge'ye teşekkür edip veda ettiler ve krallığa doğru yola çıktılar. Krallığa vardıklarında, her yer hâlâ karanlık ve kederliydi. Keder Cadısı, kara pelerininin içinde, sarayın önünde duruyordu.
Cadı, Ela ve Defne'yi görünce alaycı bir şekilde güldü. "Siz de kimsiniz küçükler? Beni durdurabileceğinizi mi sanıyorsunuz?"
Ela cesurca öne çıktı. "Evet, durduracağız! Çünkü biz neşenin, kahkahanın ve mutluluğun gücüne sahibiz!" diyerek ellerindeki üç nesneyi havaya kaldırdı.
O anda mucizevi bir şey oldu. Gülümseyen Çiçek parlamaya, Kahkaha Kuşu'nun tüyü gülmeye ve Neşe Pınarı'nın suyu şarkı söylemeye başladı. Bu üç nesnenin yarattığı güç, gökkuşağı renginde bir ışık oluşturdu ve Keder Cadısı'nı sardı.
Cadı çığlık atarak erimeye başladı. "Hayır! Bu kadar neşe ve mutluluğa dayanamıyorum!" diye bağırarak tamamen yok oldu.
Cadı yok olur olmaz, krallıktaki kara bulutlar dağıldı, güneş yeniden parladı. Çiçekler açtı, göl tekrar suyla doldu ve her yeri kuş sesleri kapladı. Kral, Kraliçe ve tüm halk sevinç çığlıkları atarak Ela ve Defne'yi karşıladı.
Kral, kızını gururla kucakladı. "Sen sadece cesur değil, aynı zamanda çok akıllı bir prensessin, Ela. Krallığımızı kurtardın!" Kraliçe de Defne'yi kutladı. "Sen de harika bir arkadaşsın, Defne. İkiniz birlikte muhteşem bir iş başardınız."
O günden sonra, krallıkta her yıl bir 'Neşe Festivali' düzenlenmeye başlandı. Bu festivalde insanlar birbirlerine hediyeler veriyor, güzel anılarını paylaşıyor ve bol bol gülüyorlardı. Ela ve Defne ise maceralarını diğer çocuklara anlatıyor, onlara cesur, akıllı ve iyi kalpli olmanın önemini öğretiyorlardı.
Prenses Ela büyüdükçe, kitaplardan öğrendiği bilgileri krallığı yönetmek için kullandı. Defne de sarayın baş bahçıvanı oldu ve krallığın her yerini güzel çiçeklerle donattı. İkisi de ömürleri boyunca en yakın arkadaş olarak kaldılar ve krallıklarına neşe ve mutluluk getirmeye devam ettiler.
Ve böylece, küçük ama cesur bir prensesin, sadık arkadaşıyla birlikte, bilgi ve iyilik sayesinde nasıl bir krallığı kurtardığının hikâyesi, nesilden nesile aktarılan bir efsane haline geldi.
Arkadaşlarınla Paylaş