Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, sevgi dolu, yüce gönüllü bir prenses yaşarmış. Bu prensesin adı Elif’miş. Prenses Elif’in kalbi iyilikle doluymuş ve herkesin birbirine karşı sevgi ve saygıyla yaklaşmasını istermiş. Ülkesi, güneşin her gün doğduğu ve çiçeklerin her daim açtığı güzel bir yer olan Gülistan Krallığı’ymış. Elif, Gülistan Krallığı'nın hükümdarlarının kızı olarak büyümüş ve çocukluğundan beri herkese iyilikle yaklaşması öğütlenmiş.
Prenses Elif, her sabah uyandığında önce sarayın bahçesine çıkar, çiçeklerin kokusunu içine çekermiş. Her sabah kuşlarla konuşur, çiçeklere su verirmiş. Bahçıvanla birlikte bitkileri sever, hatta bazen minik elleriyle toprağı kazıp tohumları eker, ardından çıkan fideleri sulayıp büyütürmüş. Gülistan Krallığı'nın her köşesinde, Elif’in diktiği çiçekler açar, insanlara güzellikler sunarmış. Halk onu çok severmiş, çünkü Elif, soylu bir prenses olmasına rağmen asla kendini üstün görmezmiş. Hatta krallığın en küçük köylerine bile gidip ihtiyacı olanlara yardım etmekten büyük mutluluk duyar, insanlara sevgiyle yaklaşırmış.
Bir gün, Prenses Elif babasının odasında otururken kral ona, "Sevgili kızım, büyüdün artık. Biliyorsun ki bir prensesin en büyük görevi halkına yardım etmek, onlara iyi bir lider olmaktır. Bugün sana önemli bir görev vereceğim," demiş. Elif, babasının sözlerini dikkatle dinlemiş ve başını sallamış. "Tabii ki babacığım, ne yapmamı istersin?" diye sormuş.
Kral, Gülistan Krallığı’nın sınırlarına yakın bir köyde kuraklık başladığını anlatmış. Bu köyde su neredeyse tükenmiş ve insanlar, hayvanlar zor durumda kalmış. “Git, bu köydeki insanlara yardımcı ol. Onların sorunlarını dinle, ihtiyaçlarını belirle, onlara nasıl yardım edebileceğimizi öğren,” demiş. Prenses Elif, bu görevi duyduğunda çok heyecanlanmış ve hemen hazırlıklara başlamış.
Yanına en güvendiği dostu olan atı Alev’i alarak yola çıkmış. Günlerce dağlar, vadiler aşarak sonunda kuraklığın hüküm sürdüğü köye varmış. Köy halkı, prensesin geldiğini görünce çok sevinmiş, çünkü Prenses Elif’in iyilik dolu kalbini ve yardımseverliğini duymayan yokmuş. Köylüler, prensesi büyük bir sevgiyle karşılamış. Elif, her birinin derdini tek tek dinlemiş. Küçük çocuklar, susuzluk yüzünden hastalanıyor, hayvanlar su bulamadıkları için zayıf düşüyormuş. Elif, köylülere bakarken gözleri dolmuş ama umut dolu bir gülümseme ile onlara, “Merak etmeyin, size yardım edeceğim,” demiş.
Prenses Elif, köydeki yaşlı bilge kadını bulmuş. Bilge kadın ona, “Sevgili prensesim, buradaki kuraklık eski bir efsaneye dayanır. Efsaneye göre, köyün yakınındaki Kuru Dağ’ın tepesinde, eski bir çeşme vardır. Ama bu çeşme bir büyüyle mühürlenmiştir ve yalnızca iyilik dolu, yüreği temiz olan biri o mühürü açabilir,” demiş. Elif, bilge kadının söylediklerini dinlerken heyecanlanmış ve hemen Kuru Dağ’a gitmeye karar vermiş.
Atı Alev’in sırtında, zorlu yolları aşarak dağa tırmanmış. Dağda ilerledikçe taşlar kayıyor, rüzgar şiddetleniyormuş. Ama Elif pes etmemiş; her adımda halkına olan sevgisini ve onlara yardım etme arzusunu düşünerek yürümeye devam etmiş. Sonunda dağın tepesinde, efsanede bahsedilen eski çeşmeyi bulmuş. Çeşme, kurumuş gibi görünse de, etrafında mistik bir aura varmış.
Çeşmenin yanındaki taşta eski bir yazı kazılıymış: "Sadece kalbi iyilikle dolu olan kişi, buradan su çıkarabilir." Prenses Elif, ellerini taşın üzerine koymuş ve gözlerini kapatmış. “Sevgili çeşme, halkım susuzluk çekiyor ve senin suyuna muhtaç. Bu su, onlara umut ve yaşam getirecek. Lütfen onlara yardım et,” diye fısıldamış. Gözlerinden bir damla yaş süzülüp çeşmenin taşlarına düşmüş.
O anda bir mucize gerçekleşmiş! Çeşmenin yanından gürül gürül su akmaya başlamış. Elif, sevinçle çeşmenin suyunu elleriyle avuçlamış ve yüzüne sürmüş. “Teşekkür ederim,” diye fısıldamış. Su o kadar berrak ve parlakmış ki, Elif sanki suyun içinde yıldızları görüyormuş. Köye geri döndüğünde, Elif suyu köylülerle paylaşmış. Herkes o gün suyun mucizevi dönüşü için Elif’e minnettar kalmış.
Prenses Elif sadece köy halkına su getirmekle kalmamış, aynı zamanda onların kalplerine de umut ekmiş. Onlara iyiliğin, sevginin ne kadar güçlü olduğunu göstermiş. Köydeki her birey, Elif’i ve onun güzel kalbini bir ömür boyu hatırlamış.
Elif’in kalbindeki iyilik, yalnızca suyu geri getirmemiş, aynı zamanda insanların da bir araya gelmesini sağlamış. Artık köy halkı, Elif’in öğrettiği gibi, birbirine yardım ediyor, ihtiyaç sahiplerine destek oluyormuş.
Prenses Elif, bu büyük görevinin ardından köyden ayrılmış, ama kalbinin bir parçasını orada bırakmış. Krallığa dönerken halk ona sevgiyle veda etmiş. Krallığına döndüğünde babası kral, onunla gurur duyduğunu söylemiş ve halkına olan sevgisinin ne kadar büyük olduğunu anlatmış.
Prenses Elif, o günden sonra da krallığında ihtiyaç duyan her köyü, her insanı ziyaret etmiş. O, yalnızca bir prenses değil; aynı zamanda herkesin sevdiği ve saydığı bir dost, bir lider, bir iyilik elçisi olmuş.
Ve böylece Prenses Elif, krallığında iyilik ve sevgi dolu bir iz bırakarak hayatına devam etmiş. Gittiği her yerde iyiliğin ve sevginin tohumlarını ekmiş, herkesin kalbinde taht kurmuş. Masal bu ya, Prenses Elif’in iyilik dolu kalbiyle kurak köyü suya kavuşturması, dilden dile dolaşarak bir efsane olmuş. Ve kim bilir, belki bir gün sen de bu efsaneyi duyduğunda Elif gibi iyi bir insan olmayı isteyeceksin.
Gökten üç elma düşmüş biri bu güzel masalı yazana, biri anlatana, diğeri de kalbinde iyilik taşıyan tüm çocuklara…
Arkadaşlarınla Paylaş