Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, bulutların üzerinde gizlenmiş bir şehir varmış. Bu şehirde her şey balonlardan yapılmış. Evler, köprüler, hatta ağaçlar bile rengârenk balonlardan oluşuyormuş. Bu şehirde yaşayan insanlar ise sıradan insanlardan biraz farklıymış; çünkü her birinin başında, düşüncelerini gösteren küçük bir balon olurmuş. Bu balonlar, insanların ruh hallerine göre şekil değiştirirmiş. Neşeli olduklarında balonlar parlak ve büyük, üzgün olduklarında ise solgun ve küçücük olurmuş.
Bu şehirde yaşayan, neşeli ama biraz sakar bir çocuk varmış: adı Can. Can’ın balonu, neredeyse her zaman kocaman ve rengârenk olurmuş, çünkü o her şeyde bir eğlence bulmayı başarırmış. Ama Can’ın bir sorunu varmış: o kadar meraklıymış ki her zaman başını belaya sokarmış.
Bir gün Can, şehrin meydanında yürürken gökyüzünde devasa bir balon gördü. Bu balon diğerlerinden çok farklıydı. Altın gibi parlıyor, üzerinde hiç tanımadığı semboller taşıyordu. Merakına yenik düşen Can, balonun peşine düşmeye karar verdi. Ama o sırada en yakın arkadaşı Eylül gelip, "Can, yine bir maceraya atılmayı mı planlıyorsun?" dedi. Eylül, Can’ın tam tersi, çok temkinli ve biraz çekingen bir kızdı. Ancak Can’ın maceralarına çoğu zaman eşlik ederdi.
Can, "Tabii ki planlıyorum! Şu balona bak, kesin bir gizemi vardır!" dedi. Eylül önce çekimser davransa da Can’ın ısrarlarına dayanamayıp onunla birlikte balonun peşine düştü.
Balon, şehirden uzaklaşıp gökyüzünde süzülmeye başlamıştı. Can ve Eylül, dev bir balon kayığına atlayarak onu takip etmeye başladılar. Balon kayığı da bu şehirdeki diğer her şey gibi balonlardan yapılmıştı ve oldukça hafifti. Kayık yükselirken Can, "Eylül, sence bu balon bizi nereye götürüyor?" diye sordu. Eylül omuzlarını silkti, "Umarım tehlikeli bir yere değil..." dedi.
Uzun bir yolculuktan sonra balon, bulutların arasındaki bir kapıya doğru yöneldi. Kapı, renkli ışıklarla parlıyor ve sürekli hareket eden şekiller oluşturuyordu. Can, "Bu kesinlikle inanılmaz bir macera olacak!" diyerek balon kayığını kapıdan geçirdi.
Kapının diğer tarafında bambaşka bir dünya vardı. Burada her şey rengarenk balonlardan yapılmıştı, ancak bu balonlar daha önce gördüklerinden çok daha büyüktü ve bazıları konuşabiliyordu! Karşılarına çıkan ilk balon, gülerek, "Hoş geldiniz, yabancılar! Ben Baloncuk. Burası Gizemli Balonların Şehri. Neden geldiniz?" dedi.
Can, heyecanla, "O dev balonu takip ettik! Bu şehirde ne tür maceralar var?" diye sordu. Baloncuk, bir an düşündü ve sonra, "Pek çok macera var, ama önce size liderimiz Büyük Balon Baba’yı tanıtmalıyım," dedi.
Büyük Balon Baba, şehrin tam ortasında, dev bir balon ağacının tepesinde yaşıyordu. Can ve Eylül, Baloncuk ile birlikte oraya gittiler. Büyük Balon Baba, kocaman bir gülümsemeyle onları karşıladı. "Ah, yeni ziyaretçiler! Hoş geldiniz," dedi. "Buraya gelen her misafir, bir görev üstlenir. Eğer başarılı olursanız, Gizemli Balonların sırrını öğrenebilirsiniz."
Can heyecanla, "Görevimiz nedir?" diye sordu. Büyük Balon Baba, bir harita çıkararak, "Bu harita sizi Balon Labirenti’ne götürecek. Labirentin sonunda, Altın Balon’u bulmanız gerekiyor. Ama dikkat edin, labirent sadece cesur ve komik olanları kabul eder. Eğer cesaretinizi veya neşenizi kaybederseniz, kaybolabilirsiniz," dedi.
Eylül, biraz endişeyle, "Ya kaybolursak?" diye sordu. Büyük Balon Baba, "Eğer birlikte çalışır ve birbirinize destek olursanız, kaybolmazsınız," diyerek onları cesaretlendirdi.
Can ve Eylül, Baloncuk’un rehberliğinde Balon Labirenti’ne doğru yola çıktılar. Labirent devasa ve büyüleyiciydi; her duvarı, farklı renklerde balonlardan yapılmıştı ve bazı balonlar şarkı söylüyordu. İlk başta her şey eğlenceliydi, ama sonra zorluklar başladı. Bir yol ayrımında, dev bir balon ejderhası karşılarına çıktı. Ejderha, "Beni güldürmeden geçemezsiniz!" dedi.
Can, hemen bir plan yaptı. Başladı komik yüz ifadeleri yapmaya ve komik şakalar anlatmaya. Ejderha önce kaşlarını çattı, sonra gülmemek için kendini zorladı ama sonunda kahkahalarla gülmeye başladı. "Tamam, tamam! Geçebilirsiniz," dedi.
İlerledikçe zorluklar daha da büyüdü. Bir noktada Eylül, korkutucu bir balon gölgesinin önünde durup geri dönmek istedi. Ama Can, "Eylül, birlikte çalışırsak başarabiliriz. Hadi, cesaretini topla!" diyerek onu cesaretlendirdi. Eylül, Can’ın desteğiyle korkusunu yendi ve ikisi yolculuklarına devam etti.
Labirentin sonunda, Altın Balon’un saklandığı odaya ulaştılar. Ancak Altın Balon, onları bir bilmeceyle karşıladı: "Neden neşe, bu kadar güçlü bir araçtır?" Can hemen cevap verdi, "Çünkü neşe, korkuyu yenebilir ve bizi bir arada tutabilir." Altın Balon, bu cevaptan memnun kalıp onlara sırrını açıkladı.
Sır şuydu: "Neşe ve cesaret, bu dünyayı aydınlatır. Ama bunları paylaşmadığınız sürece değerleri azalır. Şimdi, bu sırrı kendi dünyanıza taşıyın ve herkesle paylaşın."
Can ve Eylül, Altın Balon’u aldı ve geri dönmek üzere labirentten çıkmaya başladılar. Şehre döndüklerinde, Büyük Balon Baba onları tebrik etti ve "Sizler buradan giderken bu sırrı asla unutmayın," dedi.
Sonunda, Can ve Eylül balon kayığıyla evlerine döndüler. Maceralarını kasabalarındaki herkesle paylaştılar ve Gizemli Balonların sırrını anlattılar. Kasaba halkı bu sırrı öğrenince herkes daha mutlu, daha neşeli ve cesur oldu.
Ve böylece Can ve Eylül, yalnızca bir macera yaşamamış, aynı zamanda tüm dünyayı değiştirmiş oldular.
Masal burada sona erdi, ama kahkahalar ve neşe hep devam etti.
Son.
Arkadaşlarınla Paylaş