Bir zamanlar, güzel bir köyde, birbirlerini çok seven iki kardeş yaşardı: Ahmet ve Ayşe. Ahmet, sekiz yaşında, meraklı ve maceracı bir çocuktu. Ayşe ise altı yaşında, hayal gücü çok geniş, rüyalar âlemine bayılan bir kızdı. İkisi de her gece yatmadan önce annelerinin anlattığı masalları dinlemeyi çok severlerdi. Masallar, onların en sevdiği uyku öncesi rutiniydi.
Bir akşam, güneş batarken ve gökyüzü pembeye bürünürken, anneleri yine onlara bir masal anlatmak üzere yataklarına geldi. Ancak o gece, anneleri çok yorgundu ve onlara kısa bir masal anlatarak odadan ayrıldı. Ahmet ve Ayşe, annelerinin anlattığı masalı çok sevdiler ama hikâye o kadar kısa olmuştu ki, daha fazla masal dinlemek istiyorlardı.
Ahmet birden, “Ayşe, ne dersin? Kendi masalımızı kendimiz bulalım mı?” dedi. Ayşe, heyecanla gözlerini açarak, “Bu harika olur! Ama nasıl yapacağız?” diye sordu.
Ahmet, küçük kız kardeşine gülümsedi. “Belki de rüyalarımızda kendi maceramızı yaşayabiliriz. Hadi gözlerimizi kapatalım ve hayal edelim,” dedi.
İkisi de yataklarına uzandılar, battaniyelerine sarıldılar ve gözlerini kapatıp derin nefesler alarak rüyalar diyarına dalmaya hazırlandılar. Ayşe fısıldadı, “Ahmet, acaba bu gece ne maceralarla karşılaşacağız?”
Ve böylece Ahmet ve Ayşe, rüya dünyasına doğru bir yolculuğa çıktılar.
Gözlerini açtıklarında, kendilerini hiç bilmedikleri bir yerde buldular. Renkli çiçeklerin açtığı yemyeşil bir ormandaydılar. Gökyüzü masmavi, güneş pırıl pırıl parlıyordu. Ağaçlardan kuş cıvıltıları yükseliyor, her yandan neşeli sesler geliyordu.
Ahmet, şaşkınlıkla etrafa bakarken, “Ayşe! Bu nasıl bir yer? Burası bir rüya olmalı!” dedi.
Ayşe, gülümseyerek etrafa baktı. “Evet, Ahmet! Burası bizim rüyamız! Haydi, keşfetmeye başlayalım!” dedi.
İleride, altından yapılmış bir kapı gördüler. Kapıya yaklaştıklarında üzerinde büyük harflerle “Rüyalar Diyarı” yazıyordu. Ahmet kapıyı açmaya çalıştı ama kapı açılmadı. Tam o sırada, arka taraftan sevimli bir tavşan onlara doğru koşarak geldi.
“Tavşan!” diye seslendi Ayşe heyecanla. “Bu kapıyı nasıl açabiliriz?”
Tavşan güldü ve “Rüyalar Diyarı’nın kapısını açmak için birbirinize en güzel dileklerinizi söylemeniz gerekiyor,” dedi.
Ahmet ve Ayşe birbirlerine baktılar ve düşündüler. Sonra Ahmet, “Ayşe, benim dileğim senin her zaman mutlu olman,” dedi.
Ayşe ise “Ahmet, benim dileğim de senin hep cesur ve iyi kalpli olman,” dedi.
Bu güzel dilekler söylenir söylenmez, kapı kendiliğinden açıldı. İkisi de büyük bir heyecanla içeriye adım attılar.
Rüyalar Diyarı’nın içinde, gökyüzüne doğru yükselen büyük bir şato vardı. Şato rengârenk taşlardan yapılmıştı ve kapısında kocaman bir ejderha heykeli bulunuyordu. Fakat bu ejderha hiç de korkutucu değildi; aksine, gözlerinde sevecen bir bakış vardı.
Şatoya yaklaştıklarında, ejderha birden canlandı ve onlara doğru eğildi. “Merhaba küçük kahramanlar,” dedi yumuşak bir sesle. “Ben Rüya Şatosu’nun bekçisi Ejderha Dost. Eğer Rüya Şatosu’nun sırlarını öğrenmek istiyorsanız, size birkaç soru sormam gerekiyor.”
Ahmet ve Ayşe, şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. “Tabii ki,” dedi Ahmet cesurca. “Sorularını sorabilirsin.”
Ejderha Dost, gülümseyerek sordu, “Rüya dünyasında en önemli şey nedir?”
Ayşe, hemen cevabı buldu. “Hayal gücü!” dedi neşeyle. “Rüyalar, hayal gücüyle şekillenir.”
Ejderha Dost başını salladı. “Doğru!” dedi. “Peki, bu dünyada neyin peşinden koşmalısınız?”
Ahmet, düşünmeden yanıtladı. “Mutluluk ve iyilik. Rüyalarda bile hep iyi olmalıyız.”
Ejderha Dost, mutlu bir şekilde gülümsedi. “Harika cevaplar! Şimdi, şatonun kapıları size açılacak ve Rüyalar Diyarı’nın en derin sırlarını keşfetmeye hazır olacaksınız.”
Kapılar büyük bir gürültüyle açıldı ve Ahmet ile Ayşe içeriye girdiler. Şato, hiç görmedikleri kadar büyüleyiciydi. İçeride, tavana kadar uzanan devasa raflarda milyonlarca parlak yıldız vardı. Her yıldız, bir rüyayı temsil ediyordu.
Ahmet ve Ayşe, rüya yıldızlarının arasında dolaşmaya başladılar. Her yıldız, farklı bir rüyanın kapısını açıyordu. Bir tanesini eline alan Ahmet, yıldızı gökyüzüne fırlattı. Yıldız, gökyüzünde parladı ve birden etraflarında bir peri belirdi.
Peri, zarif bir şekilde süzülerek yanlarına geldi. “Ben Rüya Perisi’yim,” dedi yumuşak bir sesle. “Rüyalarınızı gerçeğe dönüştürmek için buradayım. Ne dilerseniz gerçekleştirebilirim. Ama unutmayın, her dileğiniz iyi niyetle olmalı.”
Ahmet ve Ayşe, Rüya Perisi’nin sözlerini dikkatle dinlediler. Ayşe, hemen bir dilek tuttu. “Dilerim ki herkes mutlu ve sağlıklı olsun,” dedi.
Peri, Ayşe’nin dileğini kabul etti ve “Bu dilek çok güzel. Rüyalar Diyarı’nda hep iyilik peşinde koşanlar kazanır,” dedi.
Rüyalar Diyarı’nda saatlerce dolaştılar. Her köşede yeni bir macera, her adımda farklı bir keşif vardı. Ahmet, cesaretiyle her engeli aştı. Ayşe ise sevgi dolu kalbiyle her yaratığa yardım etti. Birlikte, rüya dünyasının en derin sırlarını öğrendiler.
Ancak bir süre sonra, ufuktan yavaş yavaş bir güneş doğmaya başladı. Güneşin doğması, rüya zamanının sona erdiğinin işaretiydi. Rüya Perisi, yeniden yanlarına geldi ve “Artık uyanma vakti geldi,” dedi. “Ama unutmayın, gerçek dünyada da hayal gücünüzü kullanabilir, iyilik yaparak herkesi mutlu edebilirsiniz.”
Ahmet ve Ayşe, periyle vedalaştılar. Gözlerini kapattıklarında, yavaş yavaş rüyalarından uzaklaşmaya başladılar. Gözlerini tekrar açtıklarında, sabah olmuştu ve odalarındaydılar.
Ayşe gülerek, “Ahmet! Bu çok güzel bir maceraydı,” dedi.
Ahmet başını sallayarak, “Evet, ama biliyor musun? Gerçek dünyada da hep iyilik yapmalıyız. O zaman rüyalarımız da hep güzel olur,” dedi.
İkisi de annelerinin yanına koşarak sabah kahvaltısına oturdular. O gün, rüya dünyasında öğrendikleri tüm iyilikleri gerçek dünyaya taşımaya kararlıydılar. Ve bundan sonra, her gece yatmadan önce yeni maceralar hayal etmeye devam ettiler.
Ahmet ve Ayşe, hayal güçlerinin onları ne kadar uzaklara götürebileceğini öğrenmişlerdi. Rüyalarına inanarak, her zaman iyilikle ve sevgiyle dolu bir dünya yaratmayı hedeflediler.
Arkadaşlarınla Paylaş