Bir zamanlar yemyeşil tepelerle çevrili, kuş cıvıltılarının hiç eksik olmadığı, masmavi bir gökyüzünün altında uzanan küçük bir köy vardı. Bu köyde Elif adında neşeli, meraklı ve biraz da hayalperest bir kız çocuğu yaşardı. Elif, ailesini çok severdi ama bazen onların önemini tam olarak anlamaz, kurallara uymaz ve bazen de kardeşiyle gereksiz yere tartışırdı.
Bir gün Elif, güneşli bir sabah uyandığında, içinde bir macera arzusu hissetti. Hemen bahçeye koştu ve en sevdiği oyunlarını oynamaya başladı. Ancak, annesi onu çağırarak:
“Elif, kahvaltını bitirip odanı toplar mısın? Ayrıca kardeşin Ali’ye yardım etmen gerekiyor, oyuncaklarını toplamış,” dedi.
Elif içinden homurdandı. “Neden hep ben? Ali kendi oyuncaklarını neden toplamıyor ki?” diye söylenerek annesinin dediğini yaptı, ama pek istekli değildi. Sonra, kendi başına biraz zaman geçirmek için ormana doğru yürümeye karar verdi.
Elif’in köyünün yakınlarında, her zaman büyülü bir yer gibi görünen geniş bir orman vardı. Ağaçların dalları dans eder, yapraklar rüzgarla şarkı söylerdi. Elif, ormanın derinliklerine doğru yürürken, ilginç şeyler keşfetmeyi umuyordu. Derken gözleri birden bire, ışıl ışıl parlayan bir çiçeğe takıldı. Bu çiçek, parlak pembe yapraklarıyla diğerlerinden farklıydı. Elif hemen yanına gidip çiçeği dikkatle inceledi.
“Ne kadar güzel bir çiçek!” diye düşündü. Ama çiçeğe dokunur dokunmaz etrafında hafif bir ışık belirdi ve ince, melodik bir ses duyuldu:
“Elif, beni bulduğun için teşekkür ederim,” dedi çiçek. Şaşkınlıkla geri çekilen Elif, çiçeğin konuşmasına bir anlam veremedi.
“Sen… Sen bir çiçek misin? Yoksa bir peri mi?” diye sordu.
“Ben bir sihirli çiçeğim,” dedi çiçek. “Benimle özel bir bağ kuran kişilere küçük ama önemli dersler öğretirim. Sana bir macera teklif ediyorum. Eğer cesaretin varsa, hayatındaki en değerli şeyi keşfetmene yardım edeceğim.”
Elif, macera kelimesini duyunca gözleri parladı. “Tabii ki kabul ediyorum! Ne yapmam gerekiyor?”
“Gözlerini kapat ve kalbinin sesini dinle,” dedi çiçek.
Elif gözlerini kapattığında, aniden kendini bambaşka bir yerde buldu. Bu yer, sanki köyünden tamamen farklı bir dünyaydı. Gökyüzü hâlâ maviydi, ama her şey daha parlak ve canlıydı. Renkli kuşlar uçuyor, kelebekler dans ediyordu. Ancak, etrafta ailesinden hiçbir iz yoktu.
“Anne? Baba? Ali?” diye seslendi Elif, ama cevap yoktu. O anda yalnız olduğunu fark etti. İlk başta bu durum onu pek rahatsız etmedi, çünkü bu yeni dünyayı keşfetmek istiyordu. Koştu, atladı, oyunlar oynadı. Ama zaman geçtikçe yalnızlık onu rahatsız etmeye başladı. Akşamüstü olduğunda, annesinin sıcak sesini, babasının kahkahasını ve kardeşiyle oynadığı oyunları özlemeye başladı.
Birden karşısına yaşlı bir bilge çıktı. Bu bilge, uzun beyaz sakallı, güler yüzlü biriydi. “Ne arıyorsun, küçük kız?” diye sordu.
“Ailemi kaybettim,” dedi Elif, gözleri dolarak. “Onları bulmam lazım.”
Bilge adam gülümsedi. “O zaman sana yardım etmem için üç görev tamamlaman gerekiyor,” dedi. “Bu görevler, ailenin senin için ne kadar önemli olduğunu anlamana yardım edecek.”
Elif hemen kabul etti. İlk görev, bir kuş yuvasını korumaktı. Bilge, onu ormanda yalnız bir ağaçtaki kuş yuvasına götürdü ve “Bu yavruların annesi yiyecek aramaya gitti. Ama yuva tehlikede. Senin görevin onları güvende tutmak,” dedi.
Elif, kuşları korurken sabırlı ve dikkatli olmayı öğrendi. Ailesinin de her zaman onu tehlikelerden koruduğunu, bunun kolay bir iş olmadığını fark etti. Görevi tamamlayınca bilge, “İkinci göreve hazırsın,” dedi.
İkinci görevde Elif, karanlık bir mağaradan geçmek zorundaydı. Mağara ürkütücü ve soğuktu, ama bilge ona, “Yalnız olmadığını unutma. Kalbinde sevgi olan biri asla kaybolmaz,” dedi. Elif, ailesinin sevgisini hatırlayarak cesaret buldu ve mağarayı geçmeyi başardı.
Son görev, kaybolmuş bir oyuncak ayıyı bulmaktı. Elif, ormandaki ipuçlarını takip ederek ayıyı buldu ve onu kaybetmiş olan küçük çocuğa geri verdi. Çocuğun mutluluğunu görünce, ailesinin onun mutluluğu için ne kadar çok şey yaptığını anladı.
Görevlerini tamamladıktan sonra, bilge ona teşekkür etti. “Artık ailenin senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorsun,” dedi ve sihirli bir değnekle dokunarak Elif’i tekrar köyüne gönderdi.
Elif gözlerini açtığında, kendini ormanda, sihirli çiçeğin yanında buldu. Bu kez çiçek, ona sessizce gülümsüyordu. Elif hemen köyüne doğru koştu. Annesini, babasını ve kardeşini gördüğünde gözleri doldu. Onlara sıkıca sarıldı ve “Sizi çok seviyorum,” dedi.
O günden sonra Elif, ailesine daha çok değer verdi. Annesine yardım etti, babasının hikâyelerini daha dikkatle dinledi ve kardeşiyle daha az tartıştı. Artık ailesinin sevgisinin onun en büyük zenginliği olduğunu biliyordu.
Ve köy, orman ve Elif’in kalbi, her zamankinden daha huzurlu ve mutlu bir yer oldu.
Son.
Arkadaşlarınla Paylaş