Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, küçük bir köyde Ali adında cesur bir çocuk yaşarmış. Ali, henüz altı yaşında olmasına rağmen, köyün en meraklı ve en maceracı çocuğuymuş. Kıvırcık saçları, çilli yüzü ve parlak kahverengi gözleriyle herkesin sevgilisiymiş.
Ali'nin en büyük hayali, bir gün büyük bir kahraman olmak ve insanlara yardım etmekmiş. Her gece yatmadan önce, annesi ona eski kahramanların hikayelerini anlatır, Ali de bu hikayeleri büyük bir heyecanla dinlermiş.
Bir gün, köye garip bir haber yayılmış. Köyün yakınındaki ormanda yaşayan yaşlı ve bilge Baykuş Dede'nin sihirli gözlüğü kaybolmuş. Bu gözlük olmadan Baykuş Dede, kitaplarını okuyamıyor ve ormanın diğer sakinlerine yardım edemiyormuş.
Ali bu haberi duyunca çok üzülmüş. "Anne," demiş, "Baykuş Dede'ye yardım etmeliyim! Onun sihirli gözlüğünü bulmalıyım!"
Annesi endişeyle bakmış Ali'ye. "Ama oğlum," demiş, "orman tehlikeli olabilir. Hem daha çok küçüksün."
Ali kararlı bir şekilde cevap vermiş: "Ama anne, gerçek kahramanlar asla vazgeçmez. Bana hep öyle söylüyordun, değil mi?"
Annesi, oğlunun kararlılığını görünce gülümsemiş. "Haklısın Ali," demiş. "Ama dikkatli olmalısın. Ve unutma, gerçek cesaret korkuyu yenmektir, korku duymamak değil."
Ali heyecanla hazırlanmaya başlamış. Sırt çantasına bir fener, biraz yiyecek, su ve en sevdiği oyuncak ayısını koymuş. Ayısına dönerek, "Sen de benimle geliyorsun, Bay Pofuduk," demiş. "Belki biraz korkabilirim, ama seninle daha cesur olacağım."
Ertesi sabah erkenden yola çıkmış Ali. Ormanın girişine geldiğinde, ağaçların ne kadar büyük ve karanlık göründüğünü fark etmiş. Kalbinin biraz hızlı attığını hissetmiş, ama derin bir nefes alarak kendine cesaret vermiş. "Korkma Ali," demiş kendi kendine. "Sen korkusuz bir kahramansın!"
Ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başlamış. Etrafındaki sesler onu biraz ürkütse de, merakı korkusundan daha büyükmüş. Her adımda yeni şeyler keşfediyormuş: rengârenk mantarlar, ilginç şekilli yapraklar, ve daha önce hiç görmediği böcekler.
Bir süre sonra, bir derenin yanına gelmiş. Suyun şırıltısı onu sakinleştirmiş. Tam bu sırada, küçük bir balık sıçrayarak sudan çıkmış ve Ali'ye seslenmiş: "Merhaba küçük kahraman! Ne arıyorsun buralarda?"
Ali şaşkınlıkla cevap vermiş: "Merhaba küçük balık! Ben Baykuş Dede'nin kayıp gözlüğünü arıyorum. Onu gördün mü?"
Balık düşünceli bir şekilde yüzgeçlerini sallamış. "Gözlüğü görmedim ama," demiş, "ormandaki en bilge hayvan olan Koca Kaplumbağa'ya sorabilirsin. O her şeyi bilir!"
Ali balığa teşekkür edip yoluna devam etmiş. Koca Kaplumbağa'yı bulmak için ormanda daha da derinlere ilerlemiş. Yolda, farklı hayvanlarla tanışmış ve hepsine nazikçe selam vermiş. Bir sincapla fındık paylaşmış, bir tavşana yolunu bulmasında yardım etmiş.
Sonunda, büyük bir ağacın altında Koca Kaplumbağa'yı bulmuş. Kaplumbağa, Ali'yi görünce gülümsemiş. "Hoş geldin küçük kahraman," demiş. "Senin gelişini bekliyordum."
Ali şaşkınlıkla sormuş: "Beni mi bekliyordun? Nereden biliyordun geleceğimi?"
Koca Kaplumbağa bilgece başını sallamış. "Ormanın her köşesinde gözüm kulağım var. Baykuş Dede'nin gözlüğünü aradığını biliyorum. Ama önce bana söyle bakalım, neden bu kadar önemli bu görev senin için?"
Ali düşünmüş ve cevap vermiş: "Çünkü yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmek istiyorum. Annem her zaman başkalarına yardım etmenin en büyük mutluluk olduğunu söyler."
Koca Kaplumbağa memnuniyetle başını sallamış. "Çok doğru söylüyorsun. Şimdi sana gözlüğün yerini söyleyeceğim, ama oraya ulaşmak için üç görevi başarman gerekecek."
Ali heyecanla dinlemeye başlamış. Kaplumbağa devam etmiş: "İlk görevin, şu karşıdaki karanlık mağaraya girmek ve içerideki parlak taşı bulmak. İkinci görevin, ormandaki en yüksek ağaca tırmanıp tepesindeki altın yapraklardan birini toplamak. Son görevin ise, Gürleyen Şelale'nin arkasındaki gizli geçidi bulmak."
Ali biraz endişelenmiş ama cesaretini toplayarak "Tamam," demiş, "bu görevleri başaracağım!"
İlk olarak karanlık mağaraya doğru ilerlemiş. Mağaranın ağzına geldiğinde, içerisi çok karanlık görünüyormuş. Ali korkmuş ama fenerini çıkarıp içeri girmiş. Mağaranın içi sandığı kadar korkunç değilmiş. Duvarlarda rengarenk kristaller parlıyormuş. Biraz ilerleyince, parlak taşı bulmuş ve cebine koymuş.
İkinci görev için ormandaki en yüksek ağaca tırmanması gerekiyormuş. Ali ağaca bakmış ve ne kadar yüksek olduğunu görünce yutkunmuş. Ama vazgeçmemiş. Yavaş yavaş, dikkatli bir şekilde tırmanmaya başlamış. Yorulduğunda dinlenmiş, ama her seferinde biraz daha yukarı çıkmış. Sonunda tepeye ulaşmış ve altın yapraklardan birini koparmış.
Son görev en zor olanıymış. Gürleyen Şelale'nin arkasındaki gizli geçidi bulmak gerekiyormuş. Ali şelaleye ulaştığında, suyun gürültüsü ve gücü onu korkutmuş. Ama cesaretini toplayıp suyun kenarından dolanmış ve şelalenin arkasında küçük bir oyuk bulmuş. Bu oyuktan geçerek gizli bir mağaraya ulaşmış.
Mağaranın ortasında, küçük bir masanın üzerinde Baykuş Dede'nin sihirli gözlüğü duruyormuş. Ali sevinçle gözlüğü almış ve hemen Koca Kaplumbağa'nın yanına dönmüş.
Kaplumbağa, Ali'yi görünce gülümsemiş. "Aferin sana küçük kahraman! Tüm görevleri başarıyla tamamladın. Şimdi Baykuş Dede'ye gözlüğünü götürebilirsin."
Ali, Baykuş Dede'nin evine doğru yola çıkmış. Yolda, ormandaki tüm hayvanlar ona selam vermiş ve cesareti için onu tebrik etmişler. Baykuş Dede, gözlüğünü geri aldığında çok mutlu olmuş.
"Teşekkür ederim küçük Ali," demiş Baykuş Dede. "Sen gerçek bir kahramansın. Sadece gözlüğümü bulmakla kalmadın, aynı zamanda cesaret, azim ve yardımseverlik gibi çok önemli değerleri de gösterdin."
Ali utanarak gülümsemiş. "Ama Baykuş Dede," demiş, "bazen korktum. Gerçek kahramanlar korkmaz sanıyordum."
Baykuş Dede bilgece gülümsemiş. "Sevgili Ali, gerçek kahramanlar da korkar. Ama önemli olan, korkuya rağmen doğru olanı yapmaktır. Sen tam da bunu yaptın."
O günden sonra, Ali köyüne bir kahraman olarak dönmüş. Annesi onu gördüğünde gözleri gururla dolmuş. Ali ona sarılarak, "Anne," demiş, "sen haklıydın. Gerçek cesaret korkuyu yenmekmiş."
Ali'nin macerası, tüm köye yayılmış. Artık herkes onu 'Korkusuz Kahraman Küçük Ali' diye çağırıyormuş. Ama Ali için en önemli şey, başkalarına yardım edebilmek ve ailesinin yanında olmakmış.
O günden sonra Ali, her gün yeni bir maceraya atılmış. Ama bu sefer yanında arkadaşları da varmış. Birlikte, köylerine ve ormana yardım etmek için ellerinden geleni yapmışlar. Ali, büyüdükçe anlamış ki, en büyük kahramanlık aslında küçük iyiliklerle başlarmış.
Ve böylece Ali, sadece korkusuz bir kahraman olmakla kalmamış, aynı zamanda örnek bir insan olmuş. Yardımseverliği, cesareti ve azmiyle herkese ilham vermeye devam etmiş.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Bu masaldan da anlaşılacağı gibi, gerçek kahramanlık sadece büyük işler yapmak değil, aynı zamanda küçük ama anlamlı iyilikler yapmak ve asla vazgeçmemektir.
Arkadaşlarınla Paylaş