Bir zamanlar, uzak bir köyde küçük bir çocuk yaşardı. Bu çocuğun adı Can’dı ve onun en büyük hayali bir gün cesur bir kahraman olmakmış. Can’ın yaşadığı köy, yemyeşil ormanların, berrak nehirlerin ve masmavi gökyüzünün ortasında, oldukça huzurlu bir yerdeymiş. Ancak köyün etrafındaki ormanlar, çok uzaklara gittiğinizde karanlık ve ürkütücü hale gelirmiş. Bu yüzden köydeki herkes, o ormanların derinliklerine gitmekten çekinirmiş. Can da diğer köylüler gibi ormanın derinliklerinden korkarmış, ama bir yandan da orada neler olduğunu öğrenmek için büyük bir merak içindeymiş.
Bir gün Can, annesiyle köy meydanında dolaşırken yaşlı bir adam dikkatini çekmiş. Bu yaşlı adam, köyün en eski sakinlerinden biriymiş ve birçok macera yaşamış biri olarak bilinirmiş. Herkes ona "Bilge Dede" dermiş. Can, Bilge Dede’nin yanına gidip sormuş: "Bilge Dede, ormanın derinliklerinde ne var? Orası gerçekten bu kadar korkunç mu?"
Bilge Dede, hafifçe gülümsemiş ve Can’ın başını okşamış. "Ormanın derinliklerinde ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyor, evlat. Ama bazıları, orada eski zamanlardan kalma bir ejderhanın yaşadığını söylüyor. Cesaretini toplayan bir kahraman, o ejderhayı bulur ve köyümüzü korumak için onunla yüzleşir."
Can, bu sözleri duyduğunda içindeki kahraman olma isteği daha da güçlenmiş. "Peki, bir gün o kahraman olabilir miyim?" diye sormuş Bilge Dede’ye.
Bilge Dede, Can’a derin bir bakışla cevap vermiş. "Gerçek kahramanlar, korkularını yenebilenlerdir. Bir şeyden korkmak, insan olmanın bir parçasıdır. Ama önemli olan, korkuların üstesinden gelmeyi öğrenmektir. Eğer bunu yapabilirsen, sen de bir kahraman olabilirsin."
Can, bu sözlerden çok etkilenmiş. Kendi kendine, "Korkularımı yenebilirsem, ben de köyümüzü koruyan bir kahraman olabilirim!" demiş.
O günden sonra Can, kendisini cesur bir kahraman yapmak için her gün çalışmaya başlamış. Her sabah erkenden kalkıp köyün etrafında koşular yapmış, güçlü olabilmek için küçük taşları kaldırmış ve bilge kişilerden yeni şeyler öğrenmiş. Zaman geçtikçe Can, sadece bedensel olarak değil, zihinsel olarak da güçlenmiş. Ama hâlâ bir korkusu varmış: ormanın derinlikleri.
Bir gece köyde tuhaf bir gürültü duyulmuş. İnsanlar korkuyla evlerinden dışarı çıkmışlar ve gökyüzünde büyük, karanlık bir gölge görmüşler. O anda herkesin aklında aynı şey varmış: Ejderha geri dönmüş! Köyde büyük bir panik başlamış. Herkes ne yapacağını bilemezken Can, içindeki cesaretle hareket etmeye karar vermiş. “Eğer korkularımla yüzleşmezsem, asla bir kahraman olamam,” diye düşünmüş.
Hemen Bilge Dede’nin evine gitmiş ve ona, "Bilge Dede, ejderha geri döndü. Ne yapmalıyız?" diye sormuş.
Bilge Dede, sakin bir şekilde başını sallamış ve Can’a dönüp, "Bu köyü kurtarabilecek tek kişi sensin, Can. Çünkü içindeki cesaret, ejderhayla yüzleşmene yetecek," demiş. Sonra ona eski bir kılıç vermiş. "Bu kılıç, büyük bir kahramanın kılıcıdır. Ama unutma, gerçek güç bu kılıçta değil, senin içindeki cesarettedir."
Can, kılıcı eline almış ve derin bir nefes çekmiş. Korkusunu yenmeye kararlı bir şekilde ormana doğru yola çıkmış. Ormanın derinliklerine ilerledikçe hava kararmış, rüzgar uğuldamaya başlamış ve ağaçlar hışırtılar çıkararak sallanmış. Ama Can, korkularına teslim olmamış. Yoluna devam etmiş.
Uzun bir yürüyüşten sonra, büyük bir mağaranın önüne gelmiş. Mağaranın içinden derin, ürkütücü bir nefes sesi duyuluyormuş. Can, kılıcını sımsıkı tutmuş ve mağaraya girmiş. İçeri girdiğinde devasa bir ejderhayla karşılaşmış. Ejderha, büyük, parlak kırmızı gözleriyle Can’a bakmış ve yüksek sesle kükremiş.
Can’ın kalbi hızlıca atmaya başlamış, ama geri adım atmamış. Cesurca ejderhaya bakarak, "Ben buraya köyümü korumaya geldim. Eğer gerçekten bir kahraman olacaksam, korkularımla yüzleşmek zorundayım," demiş.
Ejderha, Can’ın bu cesaretine şaşırmış. Çünkü şimdiye kadar kimse ona bu kadar kararlı bir şekilde yaklaşmamış. Ejderha, bir an için duraksamış ve sonra sessizce konuşmuş. "Senin gibi cesur birini bekliyordum. Ben, bu köyü koruyan ejderhayım. Ancak insanlar beni unutup benden korkmaya başladılar. Ben, sadece doğayı ve bu toprakları koruyan bir varlığım."
Can, ejderhanın bu sözlerine şaşırmış. "Yani köyümüze zarar vermek istemiyorsun?" diye sormuş.
Ejderha, başını sallamış. "Hayır. Aksine, ben bu toprakları ve doğayı koruyorum. Ama insanlar, beni yanlış anladı. Onlar beni korkutucu buldukları için uzak duruyorlar. Oysa ki, ben sadece bu ormanın huzurunu ve dengesini sağlıyorum."
Can, ejderhayı dinledikçe ona hak vermiş. Ejderha kötü biri değilmiş, sadece yanlış anlaşılmış. O anda Can, kahraman olmanın sadece savaşmak ya da düşmanları yenmek olmadığını anlamış. Gerçek bir kahraman, anlayışlı olup, sorunları barışçıl bir şekilde çözebilen kişidir.
Can, ejderhaya teşekkür etmiş ve ona, "Köylülerle konuşacağım. Onlara senin amacını anlatacağım. Seni yeniden ormanın koruyucusu olarak görecekler," demiş.
Can, ejderhayla vedalaşıp köyüne geri dönmüş. Köylülere yaşadıklarını anlatmış ve ejderhanın aslında dost canlısı bir varlık olduğunu, doğayı koruduğunu söylemiş. Başta herkes şaşırmış ve inanmamış, ama Can’ın cesareti ve kararlılığı sayesinde köy halkı, ejderhaya karşı olan korkularını yenmiş.
O günden sonra köyde bir barış ortamı oluşmuş. Köylüler, ejderhayı artık bir tehdit olarak değil, bir dost olarak görmüşler. Can, köyde bir kahraman olarak anılmaya başlanmış. Ama en önemlisi, o artık gerçek cesaretin ne olduğunu biliyormuş: Korkularını yenmek, anlayışlı olmak ve barışçıl çözümler bulabilmek.
Ve böylece Can, köyünü kurtaran korkusuz kahraman olmuş. Köyde herkes onu sevmeye ve takdir etmeye başlamış. Can, artık her sabah köyün etrafında koşmaya devam ederken kalbinde huzurla dolaşıyormuş. Çünkü o, sadece bir kahraman değil, aynı zamanda doğanın ve barışın koruyucusu olmuştu.
Masal burada mutlu sonla bitmiş. Can ve köy halkı, ejderhayla barış içinde yaşamaya devam etmişler ve birlikte doğayı korumanın, çevreyi kollamanın ne kadar önemli olduğunu anlamışlar.
Arkadaşlarınla Paylaş