Bir zamanlar küçük bir köyde Ali adında çok meraklı ve cesur bir çocuk yaşardı. Ali, her sabah erkenden kalkar, köyün etrafında dolaşır, yeni maceralar peşinde koşardı. Ailesi ona her zaman dikkatli olmasını söylerdi ama Ali’nin merakı her zaman galip gelirdi. Bir gün, köyün yaşlı bilgesi Hasan Dede, köy meydanında otururken Ali yanına geldi.
"Hasan Dede, bana anlatacak yeni bir hikayen var mı?" diye sordu Ali.
Hasan Dede gülümsedi ve gözlerini kısarak Ali’ye baktı. "Evet evlat, sana çok eski bir efsaneden bahsedeceğim," dedi.
Ali’nin gözleri parladı. "Neymiş o efsane?"
"Bir zamanlar bu köyün yakınındaki ormanda bir hazine gizlenmiş. Bu hazineyi bulabilen, hayatında büyük bir değişiklik yaşarmış," dedi Hasan Dede gizemli bir ses tonuyla.
"Hazine mi? Peki bu hazineyi kim bulabilir?" diye sordu Ali heyecanla.
"Yalnızca cesur, akıllı ve yardımsever olan biri bu hazineyi bulabilir," dedi Hasan Dede. "Ama dikkatli olmalısın. Hazineyi ararken, ormanın kurallarına uyman gerekiyor."
Ali’nin aklına hemen bir maceraya çıkma fikri geldi. O gece eve gidip, hazineyi nasıl bulabileceğini düşündü. Sabah olunca annesi Fatma Hanım’a "Anne, ben ormanda biraz dolaşmak istiyorum. Belki birkaç arkadaşımı da alırım," dedi.
Annesi ona dikkatli olmasını söyledi ama Ali’nin kararlılığını gördüğünde izin verdi. Ali, en yakın arkadaşları olan Ahmet ve Zeynep'i de yanına alarak yola koyuldu. Üçü de çok heyecanlıydı çünkü Hasan Dede’nin bahsettiği hazineyi bulmak istiyorlardı.
Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, büyük ağaçlar arasından süzülen güneş ışığı onların yolunu aydınlatıyordu. Ahmet "Bu orman gerçekten büyüleyici," dedi. Zeynep ise "Ama biraz da korkutucu," diye ekledi. Ali, arkadaşlarını cesaretlendirmek için "Korkmayın, birlikteyiz ve çok cesuruz!" dedi.
Bir süre ilerledikten sonra bir derenin kenarına geldiler. Derenin suları şırıl şırıl akarken, karşıya geçmeleri gerektiğini fark ettiler. Ahmet, suyun kenarındaki büyük taşları gösterdi. "Taşların üzerinden zıplayarak geçebiliriz!" dedi. Ali ve Zeynep, Ahmet’in fikrini beğendiler ve birer birer dikkatlice taşların üzerinden atlayarak karşıya geçtiler.
Yolculukları devam ederken karşılarına bir kaplumbağa çıktı. Kaplumbağa çok yavaş yürüyordu ve yolu kapatıyordu. Zeynep, kaplumbağaya dikkatlice yaklaşarak ona yardım etmek istedi. "Kaplumbağa, senin daha hızlı gitmene yardımcı olabiliriz," dedi Zeynep. Kaplumbağayı dikkatlice kollarına aldı ve güvenli bir şekilde ormanın daha sakin bir yerine bıraktı.
Ali, Zeynep’in bu yardımsever davranışını görünce "Hasan Dede'nin söylediği şeylerden biri de yardımsever olmaktı. Zeynep, harika bir şey yaptın!" dedi. Zeynep gülümsedi ve birlikte yola devam ettiler.
Ormanın derinliklerinde ilerlerken birdenbire büyük bir çınar ağacıyla karşılaştılar. Ağacın gövdesine oyulmuş garip işaretler vardı. Ali, işaretleri inceleyip, "Bu bir harita olabilir!" dedi. "Belki de bu işaretler hazineye nasıl ulaşacağımızı gösteriyor."
Ahmet, "Ama bu işaretler çok karışık. Nasıl anlayacağız ki?" diye sordu.
Ali, bir süre düşündü ve "Hasan Dede, akıllı olmamız gerektiğini söyledi. Belki de bu işaretler yön gösteriyordur. Bak, bazıları güneşi, bazıları ise nehirleri temsil ediyor olabilir," dedi. İşaretleri takip etmeye karar verdiler ve bu onları ormanın daha derin bir bölgesine götürdü.
Bir süre sonra karşılarına büyük bir mağara çıktı. Mağaranın girişinde aslan başı şeklinde bir taş duruyordu. Ahmet, "Bu taş çok korkutucu görünüyor. Belki içeri girmemeliyiz," dedi. Zeynep ise "Belki de bu taş, hazinenin bekçisidir," diye ekledi.
Ali, mağaranın içine girmeye karar verdi. "Korkmayalım, çünkü biz cesuruz!" dedi. Üç arkadaş mağaraya adım attıklarında içeride parlayan bir ışık gördüler. Işığa doğru ilerledikçe büyük bir sandıkla karşılaştılar. Ali, sandığa doğru yaklaştı ve onu açmak için bir yol aradı.
Sandığın üzerinde altın bir anahtar deliği vardı, fakat anahtar yoktu. Zeynep, "Anahtar nerede olabilir?" diye sordu. Ahmet ise "Belki de bu mağaranın içinde bir yerlerde saklıdır," dedi. Mağarayı araştırmaya başladılar ve bir köşede küçük bir taşın altına gizlenmiş altın bir anahtar buldular.
Anahtarı bulduktan sonra Ali sandığı açtı. Sandığın içinde büyük bir altın hazinesi yoktu. Bunun yerine parşömen kağıdına sarılmış bir not ve birkaç parlayan taş vardı. Ali notu dikkatlice açtı ve yüksek sesle okumaya başladı:
"Bu hazineyi bulan kişi, gerçek hazinenin kalbindeki iyilik olduğunu bilmelidir. Bu taşlar sana şans getirecek ve iyilik yaptığın sürece hayatında hep ışık olacak."
Ali, Ahmet ve Zeynep birbirlerine baktılar. Gerçek hazine altın veya mücevher değildi. Bu hazine, iyilik yapmanın, cesur ve yardımsever olmanın değerini anlamaktı. Ali, "Hasan Dede’nin ne demek istediğini şimdi anladım," dedi. "Asıl hazine, kalbimizdeki iyilik ve yardımseverlikmiş."
Üç arkadaş mağaradan çıktıktan sonra ormandan geri dönmeye karar verdiler. Geri dönerken bir yaşlı kadının ağır bir sepetle yürüdüğünü gördüler. Hemen koşup ona yardım ettiler ve kadının evine kadar sepeti taşıdılar. Kadın, onlara teşekkür ederken "Siz çok iyi çocuklarsınız," dedi.
Ali, Ahmet ve Zeynep, gerçek hazineyi bulduklarını artık biliyorlardı. Yardımseverlik, cesaret ve iyilik, onlara hem ormanda hem de günlük hayatlarında ışık olmuştu. Eve döndüklerinde Ali annesine olanları anlattı. Annesi, "İşte bu, en büyük hazine. Kalbinde iyilik olan insanlar her zaman mutlu olur," dedi.
Ali, Ahmet ve Zeynep o günden sonra köylerinde yardıma ihtiyaç duyan herkese yardım etmeye başladılar. Onlar, sadece bir hazine avı macerası değil, iyilikle dolu bir hayatın kapılarını aralamışlardı.
Ve böylece üç arkadaş, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamaya devam ettiler. Ormandaki hazine, aslında kalplerindeki iyilikti ve bu hazine her zaman onların yanında olacaktı.
Arkadaşlarınla Paylaş